BARIŞTAN SAVAŞA
SAVAŞTAN BARIŞA
Üçüncü bin yılda planetimizde barışın yaygın olarak uygulandığı, insanların birbirlerini sevdiği mutlu ve huzurlu yaşayabildikleri bir ortamın olması ne güzel olurdu. Ancak öyle olmadı uzun süren savaşların egemen olduğu, Devletlerin birbirlerini çıkarları sebebiyle ve gelecek kaygısı ile sürekli mücadele halinde olmaya ittiği ve savaşların boyutunun niteliğinin değişerek devam ettiği uzun soluklu bir yolda maalesef yürümekteyiz. Neden Barış içinde olmak varken savaşılmakta? Mutluluk, refah, demokrasi, insan hakları, inanç özgürlüğü, adil yargılanma, insanların bilimsel bilgi ile gelişmesini sağlamak için, daha iyi bir dünya için savaşmak gerektiği söyleminin gerekçesi nedir? Şiddet ve Savaşın hâkim olduğu bir dünyada yaşamaya insanların mahkûm olması nasıl bir karmanın sonucudur? Günümüzde şiddetin egemen olduğu savaşın barışı sağlama adına yapıldığı söylemi nedeni ile bu kavramlar üzerinde düşünmeliyiz.
Barış ve Savaşın kardeş olduğu söylenir. Barış için savaşmak gerektiği ideolojileri insanlara artık olağan gelmekte. Oysa bu şekilde yorumlayanlar yanılgı içindeler. II. Dünya Savaşından sonra Avrupa’daki hezimet sonucu barışın gerekliliği idrak edilerek birçok uluslararası anlaşmalar yapılmıştır. Barış ve Savaş kelimeleri savaşa girmemiş ülkemizde o dönemlerde bebeklere ad oldu. Barışlar, Savaşlar adlarının anlamını hiç bilemeden büyüdüler. Savaş’lar ailelerin yiğidi, aslanı oldu. Vurdulu kırdılı hareketleri takdir gördü, kendini kimseye yedirtme altta kalma söylemi ile büyüdü. Oyuncak silahlar, oklar üretim rekoru kırdı. Barışlar ise ailelerin akıllı oğlu, terbiyeli oğlu, çalışkan oğlu kavga etmeyen oğlu, terbiye ve edep içinde adlarına uygun halim ve selim olarak büyüdüler. Başka deyişle adlar insanların kişiliğini, karakterini ve niteliklerini oluşturdu.
Türkçede Barış kelimesi Sulh karşılığı ile eş anlamda kullanılır. Oysa her ikisinin lügat anlamına baktığımızda Sulh kelimesi daha ziyade selamet, teslimiyet, ıslah, iyi olmak yararlı olmak, uygun olmak, yardım etmek, kendine çeki düzen vermek, eğitmek gibi barış kelimesine nazaran daha çok anlam yüklüdür ve kökeni Arapçadır. Sulh kelimesinin içinde birçok iyi insan eylemi vardır. Bir ihtilafın sonlanması veya bireyler arasında, toplumlar arasında bir anlaşmazlığın veya bir menfaatin sebebiyet verdiği olumsuz durumun düzeltilmesi, tarafların isteklerine ve haklarına göre tanzim edilmesi gibi sonuçlar doğuran bir kavramdır Sulh.
Barış kelimesi kökü itibariyle Türkçe bir kelimedir ve “Bar “kökünden türetilmiştir. Bar kelimesi Asya Türkçesinde bir olmak beraber olmak, birlik olmaktır. Türkçe lügat anlamı ile savaşın karşıtı olarak belirtildiği gibi, uyum, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile oluşturulan ortam, dargınlığın unutulması, savaştan sonraki anlaşma olarak açıklanmaktadır. Görüldüğü gibi birçok fiil ve davranışı Barış kelimesi içinde barındırmaktadır. Barış kavramı içinde süreklilik unsurunu da barındırır. Barıştan bahis için mutlaka bir savaş veya çarpışma sonrası gelinen nokta olmasına gerek yoktur. Barış ve Savaş anlamı itibariyle nasıl ele alınırsa alınsın ulus devletler bağlamında savaş sonrası devlet tarafından yapılan anlaşmaya verilen ad olarak yorumlama gibi bir eğilim vardır. Ancak barışın sadece savaş sonrası ortaya çıkan anlaşma olarak düşünülmesi eksik bir tanımdır ve sadece ulus devletlerin egemenliğinde ifadesini bulan bir olgu değildir. Barış toplumsal bir nitelik taşır toplumun tümünü ilgilendirir. Bu nedenle toplumsal bir konudur. Barışın düşmanı şiddettir. Şiddet, barış ve savaş ile birlikte ele alınması gereken davranış olarak karşımıza toplumsal barış kavramını çıkarır.
Toplumun aydın kesimlerinde ısrarla insanlar arasında sevgi ile bezenmiş, düzenli seviyeli saygılı, adaletli ilişkiler olması ve bu yönde mutlu bir yaşam sürülmesi gerektiği bilinci yayılmaya çalışılmak istenmektedir. Ancak bu konuda etkin ve yaygın biçimde düzenli bir çalışma hiçbir zaman söz konusu olamamıştır. Türkiye’nin çevresinde gelişen olaylar nedeniyle hızla kan ve şiddet ivmesinin artması, Türk aile bütünlüğünün ve devlet vatandaş ilişkisinin güven duygusunun yok olmaya doğru gittiği gerçeği şiddetin topluma hâkim olmasını yaygınlaştırmaktadır. Barış için öncelikle toplumsal güven gereklidir. Toplumsal güven toplumsal anlaşmanın varlığına bağlıdır. Toplumsal anlaşma mutlu ve barış içinde yaşam için kaçınılmaz asgari müştereklerin toplumun çeşitli katmanları arasındaki farklılıkların sulh ve sükûn içinde giderilmesini ve kurallara bağlanmasını gerektirir.
Zamanımızda başarı ve üstünlüğün şiddet ile sağlandığı kültürü giderek yaygınlaşmıştır. Sonuca ulaşma yolunun şiddetten geçtiğini zan etmek ve buna inanmak insanoğlunun içinden çıkamadığı girdaptır. Bu olgu barış için en büyük engeldir.
Şiddetin tarih boyunca var olduğu gerçeği de yadsınamaz. Büyük İskender’i büyük yapan Hindistan’a kadar ki seferi hep şiddet ile doludur. Hep öldürmek gasp etmek yağmalamak için yapılmıştır. Kendisinden farklı olanı yok etmek veya biat ettirmek için şiddet uygulamak, güç göstermek yönetmek yararlanmak için savaşılmıştır. Savaşmak, kafa kesmek, acımasız olmak, mülkiyet hissi, başkasının olanı elde etmek için şiddetin zevk haline getirilmesi hasta ruh ifadesidir. Sizce bu yaptıkları ile betimlenirse İskender BÜYÜK mü? Aynı şekilde Ortaçağdaki savaşların nedenleri ile ilgili yazılanları incelediğimizde gördüğümüz sadece dini yaymak değil, ekonomik ve kültürel sömürü için Haçlı Seferlerinin düzenlenmiş olduğudur. Uygulanan insanlık dışı şiddet insan ruhunun parçası olmuştur. Moğolların Anadolu’ya yaptığı akınların sebebini yorumlarsak, bir toplumun diğerini ele geçirmek ve çağının en güçlüsü olmak, yönetme erkini elinde tutmak, ekonomik çıkar elde etmek değil midir?
Örnek verdiğimiz bu olaylar insanlara mücadele etmeyi kardeşlikten sevgiden uzak sadece düşmanca hisler beslemeyi öğretmiş ve alışkanlık haline getirmiştir. Denmektedir ki demokrasi için daha iyi bir dünya için mücadele gerekir ve savaş verilir. İyiyi elde edeceğine inanarak savaş yapmak mantıklı mıdır değil midir düşünmek gerekir. İlkelerimiz için savaşacağız çığırtkanlığını filozofların köşelerinden yazdıkları ve sahaya inmeden düşünce boyutunda açıkladıkları söylemlerinden hareketle ve özümseyerek hareket edenler düşünce özgürlüğünden uzak ve esaret içindedirler. Başkasına ait olanı elde etmek, ötekini yok etmek, ötekini kendine tabi kılmak, ötekinin kültürünü yok etmek, ötekinin özgürlüğünü elinden almak uğruna hep şiddete başvurulmuştur. Bu kan kokan mücadele ne sevgi içindir ne kardeşlik içindir ve ne de özgürlük içindir.
Eğer bir insan veya topluluk gülerek ateş edebiliyor ve can alabiliyorsa ortaya çıkan feci manzara karşısında zevk alıyor ve zafer işareti yapıyorsa barışa giden yol çok uzun ve zorluklar ile dolu demektir. Eline bir canlıyı insanı yok etmeye yönelik aleti alan kişinin neye hizmet ettiğini bilmeden eylemde bulunmasının tahlil edilmesi gerekir.
Eylem, düzenli bir ordu tarafından ülke savunması için yapılıyor ve son çare olarak görülüyor ve uluslararası savaş kurallarına da uygunsa bu takdirde eleştiri siyasi ve uluslararası kurallar bağlamında başka yönlerden yapılabilir.
Bunun dışında açıklayalım ki, terörist amaçla bir düzeni yıkmak demokratik olmayan yollar ile ötekine saldırmak veya kendi inancının üstün olduğu varsayımı ile ötekine baskı aracı olarak dini kullanmak barışın hiç sağlanmayacağı yollardır. Toplumların örf ve adetleri yok etmek, ekonomik çıkar sağlamak için ülke, toprak işgal etmek gibi kabul edilemez fiiller sebebiyle silah kullanan kişinin öncelikle özgür olmadığını ve biat kültürü içinde olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü yasalara kurallara aykırı bir biçimde sulh ve sükûnun bozulmasına hizmet etmek bir devlet içinde kabul görebilecek uygulamalar değildir. Diğer bir örnek eylem de, kısa süreli ve menfaat karşılığı kendisini ilgilendirmeyen bir terör veya savaş ortamının içine girmek şeklinde tecelli eden savaş halidir. Yaşadığı ülkeden kalkıp bedel karşılığı tarafı olmadığı bir savaşın veya terör eyleminin içine girmenin mantığı ve insan olma olgusu ile ilgisinin insan tabiatındaki vahşilik ile açıklamasını yapmak gerekecektir. Sosyologların ve psikologların uzun uzun insan tahlilleri yaparak açıkladıkları insana yakışmayan ve olmaması gereken niteliklerin evrenden silinmesi için ne yapılması gerektiğine dair bir sistem henüz bulunmamıştır. Bu nedenle sözde barış için yapılan mücadele gerçek bir mücadele olmadığı gibi barış hiçte insanlığın yakınında değildir.
Üçüncü bin yıldaki manzarayı özetlersek, her alanda ve her türlü şiddet, en hızlı bir biçimde rüzgârı bile gerisinde bırakarak ölüm makinesi olarak, insanı yok etmek amacı ile ortalığı kasıp kavurmaktadır. Bunun adının Barışı sağlamak olarak yorumlanması da ayrı bir demagojidir. Gerçekte çağlar boyu gerçekleşmiş savaşların insanlar arasında sürekli bir barışın sağlanmasının insan doğasına aykırı olduğunu göstermektedir. Acaba insanların toleranslı olmaları ve içlerinde sevgi yumağının gerçekleşebilmesi nasıl oluşturulabilir. Uzun vadede şiddet azaltılabilirse barış sulh sağlanabilir mi?
Kendilerini barışa adamış ve sevgi için barış için çalışmalar yaptıklarını iddia edenler bile düşman olarak karşı grubu gördükleri için hırslarından kinlerinden ve nefretlerinden arınamamış olmaları gerçeği, şiddetin barışı yok eden niteliğinin bu gezegenden silinmesinin imkânsız olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Böylece belki insanlar içlerindeki duyguları inceleyebilir ve kendilerini barışın, sulhun niteliklerini özümsemeye alıştırabilirler.
İnsan saf ve temiz duygular içinde olarak yaratılır diyoruz. .Barışçı ve sevgi dolu olmanın sadece içsel duygular ile değil sağlıklı bir eğitimi de gerektirdiğini unutmadan ve aynaya bakmayı ihmal etmeden, kendimize yapılmasını istemediğimiz hiç bir davranışı başkasına yapmadan yaşamayı öğrenmek gerekmektedir. Toleranslı olmak şiddeti temelden yok edebilir mi? Böylece barış sağlanabilir mi? Bunun yanıtının yakın bir zaman için olumlu olarak verilemeyeceğini insanoğlunun idrak etmesi acı bir gerçektir.
Dünya sinemalarında reyting yapan filimler hep şiddet içermekte ve savaşlar en moda filimler olarak sözde iyi ve kötü arasındaki mücadeleyi sergilemektedir. Senaryolar genç beyinlerde nasıl bir olgu yaratmakta insancıllık mı veya elde etmeyi istediği menfaatin kendisine gelebilmesi için savaşmak gerektiğini mi, şiddet duygusuna karşı bir özlemi mi, veya güçlü olmanın şiddetle orantılı olduğu mu zihinlerine kazımakta? Yoksa adil ve hukuk düzenine uygun yol ve yöntem içinde yaşama bilincini mi vermektedir? Gerçek savaşların, film setinde çekilmiş sinema filmi gibi izlenmekte olduğu gerçeği genç dimağları nasıl etkilemektedir? Nesillerin şiddet içinde büyümesi örnek alması ve alışkanlık edinmesi sonucu ortaya çıkan insanın nasıl olmasını bekleyeceğiz. Barışa sulh ve sükûna hiç bir zaman bireyin tek başına ulaşamayacaktır. Barış toplumsal birikim ve toplum bilinci ile gerçekleşebilir. Şiddet son bulmadan insanlar toleranslı olmayı öğrenmeden özümsemeden barışa ulaşılamayacaktır. Şiddetin savaşı körüklediğini ve barışı engellediğini bilmek bile bu yolda bir yol almaktır.
Kısaca barış, bireyin içsel dünyasında kendi ile barışık sevecen iyi ve yüce duygularla bezenmiş, özgür bir akla sahip olarak yaşamını sürdürmek inancında olduğu takdirde var olabilir. Birey yaşadığı toplumda sulh ve sükûn içinde, kimsenin hak ve menfaatlerinde ve yaşam hakkına tecavüz etmeden, sorun giderme ve uyuşma içinde olma bilincine erişmiş olarak ve en önemlisi, her şey benim olmalı, benim yönetimimde olmalı, benim yararıma olmalı, ben merkezli olmalı, varsa yoksa BEN-BİZ açılımı içinde olmamalıdır. BİZ açılımı içinde sadece hayalcilerin ütopyasındaki BİZLER var. Bu dar bir çevre ancak ne yazık ki akıl ve bilim sahibi olmamak o dar çevrenin karşısında ÖTEKİ olarak yer almayı zorunlu hale getirmiş. Oysa insanlığın hepsinin BİZ olması ile ancak mutlu huzurlu eşitlikçi ve adaletli bir yaşam söz konusu olabilir.
Prof. Dr. Berin Ergin
Leave a Comment