Prof. Dr.Berin Ergin
YASALARDA KADINLARA
YÖNELİK HÜKÜMLERE GENEL BAKIŞ
20 .Yüzyıl dünyada değişikliklerin en fazla oluşmaya başladığı, teknolojinin en üst düzeyde ve en hızlı bir biçimde gelişme kaydettiği ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de ,engin bilgi ve dirayeti ile Atatürk’ün dünya çapında bir lider , bir komutan ve bir devlet adamının azimli ve tutarlı görüşleri ile şekillenerek kurulduğu bir yüzyıl olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasında gerekli olan bağımsızlığın kazanılması için dört bir yanda verilen mücadelede ülke çapında erkeği ile birlikte kurtuluş savaşını onunla yan yana, her türlü olumsuz şartlarda , şevkat, yardım , destek ve en önemlisi bağımsızlık azmini hiç kaybetmeden savaşmış Türk Kadını , doğal olarak ,diğer batılı ülkelerden çok önce demokratik düzenin vazgeçilmez ve insan onurunun gerektirdiği haklara yasalar ile sahip olmuştur.
Yasalarda düzenlenmiş ve gerçekte insan hakkı olan bir çok hak, maalesef egemen erkek zihniyeti nedeniyle bugün dahi bir çok ülkede sorun olarak hala toplumun gündemini işgal etmektedir. Oysa İstiklal savaşını erkeği ile birlikte kazanmış Türk Kadını siyasi ve sosyal haklara genç Türk Devleti kurulması ile veya çok kısa bir süre içinde Anayasal hak olarak diğer ülkelerden çok önce kavuşmuştu.
Kanunlarda düzenlemiş bu hakların bugün geldiği düzey, hakların nitelikleri ve çeşitli boyutları ile ve özellikle çalışan kadınlar ile ilgili hakların neler olduğu uluslararası metinlere de değinilerek açıklanmaya çalışılacaktır.
Belirtmek gerekir ki;teknolojinin ilerleme hızı yanı sıra üçüncü bin yıla girerken sosyal kurumlarda, hürriyetlerde , eşitlikte ve özellikle cinsiyete dayalı ayrıcalıksız uygulamada hızlı bir gelişme süreci yaşanması da zorunludur. Bunu başaramayan ülkelerin yaşama şansı giderek azalacaktır.
20. Yüzyıl, kadınların korunması için uluslararası planda bir çok önlemlerin alındığı ve devletlerin halklarına eşit hak ve imkanlar sağlama yükümlülüğünü duyduğu bir dönem olmuştur. Bunun anlamı 20 yüzyıla gelininceye kadar kadın cinsinin erkek cins karşısında ezilmiş ve eşit hak ve imkanlara sahip olamamış ve hakları olsa bile koruyamamış ve kullanamamış bulunduğunun ifadesidir.
Gelişmiş ülkelerde kadın ve erkek farkı gözetilmeksizin sosyal hak ve hürriyetler kuramsal olarak çözümlenmiştir. Gelişmemiş ve ekonomik bakımdan güçsüz toplumlarda ise, sosyolojik yapıdaki tutuculuk , örf ve adet kuralları , eşitliğin kadınlar aleyhine bozulmasına neden olmaktadır. Kanunlar karşısında fertler farklı işleme tabi tutulmakta ve bu fark cinsiyet farkı olduğu kadar aile, sınıf, inanç ,farklarından da kaynaklanmaktadır. Türkiye ekonomik bakımdan gelişmiş ülke safına oturtulmamakta ise de kanunlar karşısında , sınıf farkının gözetilmediği ve özellikle cinsiyet ayırımının yapılmadığı bir ülke olarak, kadınlara özgü hak ve imkanların da tanınması açısından , gelişmiş ve ileri sanayi toplumları ile aynı sırada olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Türk kadını cumhuriyet dönemi ile tüm haklarına yasalar ile kavuşmuştur.
İnsanın insanca yaşaması ilkesi ışığında devlet gerekli önlemleri almaya yönelik olarak düzen getirmiştir. Türk toplumunun gelişmiş olduğunu varsaydığımız batılı toplumlardan farklı olarak hak ve hürriyetleri için kurtuluş savaşından sona büyük ve önemli bir sosyal iç mücadele vermemiş olması da dikkat çekicidir.
Örneğin Türk toplumu büyük ve önemli işçi hareketine sahne olmamıştır. Çalışanların hakları Devlet tarafından dirayetli yöneticiler ile çeşitli dönemlerde kabul edilmiştir.
Türk toplumu Anayasa ve Kanunlar ile sağlanmış hak ve hürriyetleri sosyal imkanları, cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm vatandaşlara tanımıştır. Çalışan kadına özgü , koruyucu nitelikte hükümlere uluslararası sözleşmeleri kabulden önce de ve hatta bir çok sözleşmeye imza koymamış bulunulmasına rağmen bu sözleşmelerdeki hükümlere, yasalarda yer verecek kadar çağdaş bir nitelik sergilemektedir.
ANAYASA VE YASALARDA DÜZENLENMİŞ KADINLARA YÖNELİK HAKLAR:
A ) T.C. Anayasasında düzenlemiş Anayasal Hakları Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulduğu günden beri geçirdiği evrim içinde değerlendirmek gerekirse, ATATÜRK ün MUASIR MEDENİYET sözcüğünü açıklamak ve o dönemin parlamenterlerini, hükümet bireylerini anmak gerekmektedir.
Türklerin kanun karşısında eşit ve istisnasız kanunlara tabi olacakları ve hür doğup hür yaşama hakları bağlamında cinsiyet farkı gözetilmemiştir. Çağdaş düşünce sistemi içinde 1923 te cinsiyet ayırımı güdülmeden kabul edilmiş Teşkilat ı Esasiye Kanunu , muasır medeniyet sözcüğüne uygun hakları ihtiva etmiştir.
Siyasal hakkına Türk Kadını 5.12.1934 tarih ve 2599 sayılı yasa ile kavuşmuştur. 22 yaşını bitiren kadın erkek her Türk vatandaşının mebus seçme hakkı bulunduğu Teşkilatı Esasiye nin 10 maddesinde yer almış ve 11 maddesinde de otuz yaşını bitiren kadın erkek her Türkün mebus seçilebileceği belirtilmiştir. Böylece toplumdaki tüm değişikliklerde etken olan aydın Türk kadını siyasi hayatta da yerini almak üzere anayasal hakka sahip olmuştur.
Hak olarak sahip olduğu siyasal hakkını Türk kadını bugüne kadar gerektiği şekilde kullanamadığı bir gerçektir. Kadının politika serüveni içinde yer alma imkanı halen demokratik bir düzeye oturmuş değildir. Seçilme hakkının kullanılmasında doğrudan ve dolaylı etkenler varlığını bütün hızıyla sürdürmektedir. Gerek seçim sistemi ve gerekse ve erkek milletvekili sayısının nüfusa orantılı olarak kanunla düzenlenmemiş bulunması bu konudaki eşitsizliğin sürmesinde başlıca nedenlerdir . Seçim sistemi ve kadınların seçme hakkının yanında seçilme hakkını kullanmasının engellenmesinin nedenleri ve önlemlerinin neler olacağı konusuna çözümler her zaman aranmış ve halen de aranmaktadır. Üniversitelerce , kadın sosyal örgütlerince partilerin kadın kollarının faaliyetleri ile devamlı olarak konu incelenmiş çeşitli vesilelerle paneller konferanslar düzenlenmiş, milletini seven duyarlı kişilerce halkın sağ duyusuna hitap edilmeye çalışılmıştır. Ancak belirtelim ki bu faaliyetler belirli bir yörede ve zümre içinde ve çoğu kez ulaşılması gereken yere ulaşamadan veya üst düzeyde yapılan toplantılar için kalarak Türk kadın seçmenine ulaşamamış tüm çabalar eriyip gitmiştir.
Toplumda giderek artan kültür farkı ,inanç biçimindeki farklılaşma kadın toplumunu birbirinden uzaklaştırmaktadır. Erkek cinsin sosyal yapısından kaynaklanan egoizm ve bazı yöresel örf ve adet toplumun yapısını bozmakta , ve sonu hazin olan bir uçuruma doğru koşulmaktadır. Her gün çığ gibi büyüyüp ejderha haline gelmekte olan sözde islamcı kadın hareketi, Türk Kadının Osmanlının son dönemlerinden beri verdiği uğraşın sonuçlarını toplumun her kesiminde alamadığının bir göstergesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılışına kadar varacak bir acz içinde gelişen vatandaşlar arasındaki ayırımcılık kadın erkek ayırımcılığını da birlikte getirmektedir. Toplumda meydana gelen bozuk düzenin yarattığı kopukluk kadının siyasi hayatta erkek cinsle eşit kuluvarda koşmasını da engellemektedir.
İslamcı kadın hareketi sözde kadınlara seçme ve seçilme özgürlüğünün verilmesini savunur görünmekte ise de kadınlara tam anlamı ile baskı rejimine davetiye olup ne yazık ki gerek ekonomik özgürlüğü olmayan ve gerekse eğitimsiz kadın kitlelerinin üzerinde etkin hale gelmiş bu cereyan kadının siyasi platformdan uzaklaştırmaktadır. Böylece 1934 ten bu yana kadınların seçilme haklarının gereği gibi kullanılamamasının sebeplerini ; eğitimsiz çevredeki maksatlı yanlış dini bilgiler ; çarpık eğitim; kadının korku dolu bir hayata itilmesi ve ekonomik özgürlükten yoksun bırakma usullerinin muhafaza ve yerleştirilmesi; seçim yasasının hangi politik formasyonda olursa olsun siyasi partilerce, sadece kendilerinin seçilmesini amaçlayan bir alet olarak nasıl formüle edileceği hesabının yapılması ve toplumun , ileriki kuşakların, devletin geleceğinin hiç düşünülmemesi, bağnaz bir zihniyetin seçim yasasını değiştirmeye cesaret edememesi ve korkması, olarak özetlemek , yanlış olmayacaktır.
Oysa açıklamak gerekir ki, 1961 Anayasası her bakımdan yeni modern ve dinamik bir anlayış ürünü olarak toplumun gereksinimlerine göre hazırlanmış bir Anayasa olup, cumhuriyetin kuruluşundan sonra bir çok kurumun oluşmasını mümkün kılmış,ve 1961 yılına kadar mevcut olmayan kurumlar bu Anayasa ile kurumsallaşmıştır.
Topluma önemli sosyal değişiklikleri getirmiş ve özellikle çalışan kadınlar açısından istihdam ve sosyal güvenlik hakları bakımından daha yeni ve modern ve dinamik anlayış ürünü haklar sağlamıştır.
Bu hakların sağlanmasında bir sınıf mücadelesinin olmaması da Türk toplumunun yeniliklere açık demokrasiyi isteyen ve ne denli gelişme potansiyeli olan bir ülke olduğunun göstergesidir. Gelişmiş ülkelerin kurumları örnek alınmak suretiyle kurumların temelleri atılmıştır.
Daha sonra 1982 Anayasası da hürriyet ve demokratik hukuk düzeni içinde her Türk vatandaşının temel hak ve hürriyetlerini eşitlik ve sosyal adalet içinde ve çağdaş bir anlayışla benimseyerek , bu ilkeler doğrultusunda daha detaylı kurallar içeren bir Anayasa olarak temel hakları düzenlemiştir.
Anayasa ve yasalarda kadınların siyasi hakları açısından özellikle seçilme hakları açısından hiç bir engelleyici hüküm olmadığı halde ,siyasi istikrarsızlık ve erkek cinsin yönetimdeki beceriksizliği , kötü politikalar, politikaların bireysel yarar sağlama aracı haline getirilmesi , kadını giderek politika sahnesinden uzaklaştırmış uzaklaştıkça da , nüfusun yarısını kadınların teşkil etmesine rağmen , geride kalmasına ve politika da erkek cinsin egemen olmasını mümkün kılmıştır.
Ancak belirtmek gerekir ki siyasal hakların kullanılmasında ki eşitsizlik dışında diğer hak ve imkanlar ve koruyucu hükümler açısından özellikle çalışan kadınların uluslararası anlaşmalar hükümlerine de paralel olarak , dil, ırk, renk cinsiyet ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit oldukları Anayasanın 10. maddesinde yer almıştır.
Özellikle kadınlar açısından konuya değinildiğinde ,uluslararası sözleşmeler hükümlerine paralel olarak , kimsenin zorla çalıştırılamıyacağı, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olunduğu ,herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahip bulunduğu , kimsenin yaşına , cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamayacağı, küçükler ve kadınların çalışma şartları bakımından özel olarak korunacakları , devletin çalışanlara adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli önlemleri alacağı, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip bulunduğuna dair haklar Anayasal haklar olarak düzenlenmiştir( Madde 5,10,18,42,48,49,50,55,56,60,)
Yukarıda özetle verilmiş Anayasa hükümlerinden anlaşılacağı üzere Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında cinsiyet ayırımına dayalı olarak kadınlar aleyhine düzenlemiş hiç bir hak mevcut değildir. Birleşmiş Milletlerin Kadınlara Karşı Ayırımın Kaldırılması Beyannamesinde, kadın erkek eşitliği ilkesinin devletlerin Anayasalarında yer alması hakkındaki önerisi , esasen Türkiye tarafından çok önceden gerçekleştirilmiştir.
Herkesin kanun önünde cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin eşit bulunduğu, kadınların seçme seçilme, çalışma , kamu görevlisi olması hakları eşit olarak düzenlenmiştir. Anayasaya dayanılarak çıkarılmış kanunlarda da hiç bir ayırımcılık gözetilmediği bir yana, kaynağını Anayasadan alan hükümlerle kadınlar özel olarak korunmuşlardır.
Açıklamak gerekir ki, Türkiye’nin onayladığı uluslararası anlaşmalar ve belgelerden;
06.04.1949 tarihli ve insanın insan olarak haiz olması gereken asgari normları her vesile ile açıklayan bir belge olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi;
19.03.1954 tarihli İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme;
22.05.1967 tarihli Çalışma ve Meslek Bakımından Ayırımcılığa İlişkin 111 Sayılı ILO Sözleşmesi;
13.06.1967 tarihli Erkek ve Kadın İşçilerin Eşit Değerde İş İçin Eşit Ücretlendirilmesine ilişkin 100 sayılı ILO sözleşmesi;
24.07.1985 tarihli , Kadınlara Karşı Her Türlü ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi;
14.10.1994 tarihli Avrupa Sosyal Şartı ;
12.10.1994 tarihli Hizmet İlişkisine İşveren Tarafından Son Verilmesi Hakkında 158 sayılı ILO Sözleşmesi
ve daha bir çoklarını imzalayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerek imzaladığı ve gerekse tarafı olmadığı sözleşmeler hükümlerine, kanunlarda eşitlikçi zihniyetle esasen Anayasal haklar bağlamında yer vermiş bulunmaktadır.
Örneğin Ekonomik ,Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinde , Medeni ve Sosyal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Belgesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Helsinki Sonuç Belgesinde hepsinde genel olarak belirtilen husus ;
İnsan hakları bağlamında cinsiyet ayırımına dayalı her türlü ayırımcılığın önlenmesi ve insana insan olmasından dolayı, yasalar karşısında, sözleşmelerde bulunan hakların kullanılmasında cinsiyet ayırımı yapılmaması ve katılan devletlerin ırk, dil din, yanında cinsiyet ayırımı gözetmeksizin ve herkesin düşünce , vicdan ,din ,inanç özgürlüğü temel hak ve özgürlüklerinin demokratik düzen içinde hukuka bağlı olarak , ve kimse hukukun üzerinde tutulmaksızın ,ülke huzurunu bozmayan bir özgürlük içinde yaşamasını mümkün kılmaktır. Bunun için üye ülkelere çeşitli yükümlülükleri bulunduğu açıklanmaktadır.
Türkiye deki mevzuata bakıldığında uluslararası normlar kapsamında amme hukukunu ilgilendiren ve egemenlik hakkından kaynaklanan farklılıklar ile,Ceza Kanununda mevcut cezaların Avrupa standartlarından ayrı düşen hükümleri ki bir çok gelişmiş ve dünya hakimi ülkeler mevzuatında benzer hükümler halen mevcuttur ve Medeni Kanundaki evlilik birliği içinde ve evlilik birliğinin sona erdirilmesinde kadının hakları , mal rejimleri, miras hakları ile ilgili hükümler hariç olmak üzere , insan hakları bağlamında , özellikle kadın hakları açısından fazlaca değiştirilmesi gereken hükümlerin bulunmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Belirtmek gerekir ki, yukarıda açıklananlar dışında ,olumsuz ayrıcalık bir yana ,çalışan kadınlara özgü olarak ,gerek biyolojik farklılıktan kaynaklanan ve gerekse analık durumu , iş yaşamları dışında kadının aile içindeki rolü ve çalışması, genel açıdan cinsler arasındaki fiziksel farklılık ,bedensel niteliği ağır basan ve tehlikeli işlerde kadınların çalıştırılmalarıda koruyucu nitelikte hükümleri gerektirmiştir. Anayasadaki genel prensiplere göre düzenlenmiş yasal haklar, Medeni Kanun, Devlet Memurları Kanunu , T.C. Emekli Sandığı Kanunu, Vergi Kanunu, Sosyal Sigortalar Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu , Tarım İşçileri sosyal sigortalar Kanunu, Bağ-Kur Kanunu gibi kanunların hükümlerine göz atarak, uluslararası anlaşmalar açısından konuyu değerlendirmeye çalışacağız.
B ) KADINLARA ÖZGÜ HAKLAR
a ) MEDENİ KANUN AÇISINDAN
1926 da kabul edilen Türk Medeni Kanunu, İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Dönemi itibariyle en çağdaş olan bir yasa olduğu muhakkaktır. Ancak bugün bir çok hükmünün uygulanamadığı ve bir kısmının da topluma uymadığı muhakkaktır. Kadın hakları ile ilgili olarak ele alınması ve öncelikle değiştirilmesi gereken hükümleri bulunmaktadır. Ancak değiştirilmesi gereken hükümler erkek cinsin hakim olduğu bir parlamentoda kolayca kabul edilemeyeceğinden ve kişisel menfaatler nedeniyle meclisten geçemeyeceğinden teklif edilmiş bir çok tasarı hükmü rafa kaldırılmıştır.Halen görüşülmekte olan metin de kadılara yönelik olması gereken hükümlerden son derece uzaktır.
Açıklamak gerekir ki; kadın cinsini ilgilendiren en önemli hükümler evlilik birliğinin sona ermesi , mal rejimi ve miras konusundaki kadın aleyhine olan ve kadına mağduriyet getiren hükümlerdir.
Kadının evlilik birliğinden önceki aile adını kullanma hakkının olması ,veya kadının ikametgahının kocanın ikametgahı olarak belirtilmesi ve boşanma davasında kocanın ikametgahında dava açması gerektiğine dair hükümlerden ziyade kadının M.K. 152, 153, maddelerdeki hükümler bağlamında ev reisi olan kocanın evin iaşesini temin edeceği, ve 153. maddede ise eve kadının bakacağı hükümleri çerçevesinde kadının boşanma ve miras hükümlerinin uygulanmasında karşı karşıya kaldığı olumsuzlukların giderilmesi önemlidir
Başka deyişle kadın dışarıda bir işte çalışsa da çalışmasa da eve bakmak görevi bulunmaktadır. Eve bakma görevi olan kadın eş , gerek maddi geliri ile veya emeğini sarf etmek sureti ile evlilik birliği içinde eve bakmak görevini ömrü boyunca ifa etmektedir. Böyle bir evlilik birliği içinde taraflar arasında mal rejimi ile ilgili bir anlaşmanın yapılmış olması halinde taraflar kendi serbest iradeleri ile şahsi malları üzerindeki ve birlikte edindikleri veya edinecekleri mallar üzerindeki tasarrufu düzenleyebileceklerdir. Ancak mallar ile ilgili bir anlaşma Türk örf ve adetleri açısından evlilik birliği kurulmadan veya devam ederken yapılması son derece alışılmamış bir uygulamadır. Türk toplumu eşler arasında böyle bir sözleşmenin yapılması konusunda yaygın bir anlayışa sahip olmadığı gibi geleneksel olarak da evlilik birliğindeki saadetin mal rejimi ile bozulmaması için suskun kalma tercih edilmektedir. Bu nedenle ortaya gerek boşanma sebebiyle ve gerekse miras sebebiyle sorunlar çıkmakta ve kadın her zaman mağdur hale gelmektedir.
Boşanma sırasında kanunda hüküm bulunmadığı için şayet taraflar serbest iradeleri ile bir anlaşma yaparlarsa veya eşlerden biri diğerine malından vermek isterse bu mümkün olmaktadır. Genelde Türk toplumunda alışılagelen yöntem eşlerden erkek cinsin mülkiyet hakkına sahip olmasıdır. Bu nedenle boşanma anında kadın ister çalıştığı için ekonomik olarak da ve ister çalışmamış ancak eve bakmak görevini yerine getirmek sureti ile evlilik birliğine katkıda bulunmuş olsun erkeğin insafına kalarak geri kalan ömründe ekonomik imkana sahip olabilmektedir. Bu yanlıştır. Çağdaş hukuk düzenlerinde olduğu gibi eşlerin boşanmaları halinde evlilik birliği süresinde edinilen menkul ve gayrımenkul malların eşit olarak paylaşılması ve çocuklardan aynı şekilde eşit olarak sorumlu tutulmaları ve mali katkıda bulunmaları gerekmektedir.
Taraflara kanunda böyle bir hükmün yer almasına rağmen resmi yazılı şekilde yaptıkları başka nitelikte bir sözleşmenin geçerliliği kanunda muhafaza edilebilir. Ancak genel hükmün boşanma halinde malların yarı yarıya bölünmesi ve hatta evlilik sırasında evlilik birliği için yapılmış borçlanma varsa bundan eşlerin ortak olarak sorumlu tutulmalarına dair hüküm getirilmesi de adil bir uygulama için gereklidir.
İkinci olarak eşlerden birinin vefatı halinde geriye kalan eşin diğer derecelerdeki mirasçılarla mirasçı olması halinde kanuni miras hakkı M.K.444 madde gereğince, sağ kalan eş füru ile mirasçı olduğunda mirasın 1/4 ünü , murisin ana babası veya bunları füruu ile mirasçı olursa 1/2 sini, murisin büyük ana, büyük babası ile mirasçı olursa mirasın 3/4 nü miras payı olarak alacağı bunlar yoksa hepsinin eşe kalacağı şeklindedir.
Bu madde de her iki eş açısından yanlış olup toplumun yapısına uygun değildir. Çünkü bir eşin vefatı ile diğer eş şayet kadın ise gerek çalışarak ve gerekse eve bakma mükellefiyeti sebebiyle evlilik birliğine yapmış bulunduğu katkıdan dolayı ,bizzat kendisinin sağladığı imkanlarla meydana getirilen servetin terekedeki paylaşımından füru karşısında 1/4 hisse alması adaletsiz bir uygulamadır. Fürunun gelişen ve değişen sosyal ilişkiler nedeniyle ihtiyaç halinde ebeveyne bakacağı konusundaki nafaka verme mükellefiyetini düzgün işleyen bir müessese olarak kabul etmeyi gerektirmediği gibi , sağ kalan eşi bu yola başvurmaya mecbur etmek de adil değildir. Kaldı ki, uygulamada çok rastlanılan durum bir çok füru tarafından malların taksimi için dava açılarak sağ kalan eşin mağdur olmasına sebebiyet vermesi şeklindedir. Bu nedenle özellikle sağ kalan eşin payının füru ile birlikte mirasçı olunması halinde 1/2 olması kaçınılmazdır. Türk toplumunda genelde bu konudaki yanlış ve çağdışı bu hüküm sebebiyle kadınlar mağdur olmakta ve zarara uğramaktadırlar. Çağı yakalama gayreti içinde olduğu sloganları ile devleti yönetenlerin bunca yıl bu değişikliğe önem vermemesi ve gerçekleştirmemiş bulunması gaflettir.
Sağ kalan eşin murisin ana ve babası ve bunların füru ile mirasçı olması halinde şayet taraflar evlilik mukavelesi yapmamışlarsa, miras payının 1/2 olarak kabul edilmesi yine eşler açısından son derece yanlıştır. Bu payın 3/4 olması ve murisin ana ve babasının füruna da belirli dereceye kadar mirasın intikal edeceğinin kabulü kaçınılmazdır. Şayet ana baba sağ değilse onların ancak 1. derece fürunun sağ olması halinde miras hakkı tanınması aksi halde mirasın sağ kalan eşe intikal edeceğinin kabulü adil bir çözümdür. Saniyen murisin büyük ana ve babası ile sağ kalan eşin mirasçı olması halinde mirasın 1/4 ünün intifasından yararlandırılmaları ve bunlardan birinin vefat etmiş bulunması halinde bu payın da sağ kalan eşin payına ilave edilmesi adil bir uygulama olacaktır. Çünkü eşler birlikte yaşamış ve evlilik birliğinde ekonomik şartları yaratmışlardır. Mevcut hükümler ile bu şartlardan sağ kalan eşi mahrum edilmekte ve onun hakları gasp edilmektedir.
Bu hükümlerin değiştirilmesi her iki cins açısından da gereklidir.
Hemen açıklayalım ki, çocuğu olmayan veya müşterek çocukları olmayan kadın eşin sağ kalması halinde çalışmadığı ve ekonomik güvencesi de olmadığı düşünülürse ve muris kocadan bir maaş da kalmamışsa ve muris ile birlikte tüm yaşamları boyunca sahip oldukları ve mülkiyetin muris üzerine kayıtlı iki evden birisinin kirası ile geçinmekte iseler, ve çalışma yaşı ve imkanın kalmadığı bir dönemde sağ kalan eşe bu durumda M.K. 1/4 pay verdiği için, evler pay edilecektir. Sağ kalan eş terekenin sadece 1/4 payına veya karşılığı parasına sahip olacaktır.İşte bu Türkiye gerçeğidir. Kadın bu bakımdan kanun karşısında son derece korumasızdır. Bu maddelerin değiştirilmesi hak kavramı karşısında zorunludur. Aynı durum erkek cins için de söz konusudur. 1926 dan bu yana kurulurken çağının en ileri yasalarından esinlenmiş bir Türkiye de, eskimiş ve batılı anlayıştan uzak, kadın haklarını bir yandan savunurken diğer taraftan kadını ikinci sınıf gören bir zihniyetle bu maddeleri muhafaza etmek Kurtuluş Savaşında mücadele etmiş ve vatanın sınırlarını erkeği ile birlikte çizmiş Türk Kadını için onur kırıcı bir durumdur.
b ) 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ve
5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu:
Her iki kanunda da çalışan kadınlar açısından cinsiyete dayalı farklı hükümler yoktur.
Devlet memurlarının görevlerinden doğan bir kazaya uğramaları halinde, hastalık, analık hallerinde gerekli sosyal sigorta yardımlarının sağlanacağı hakkında genel bir hükmü havidir.(m.188)
Açıklamak gerekir ki, kadın aleyhine ayrıcalıklı hüküm ihtiva etmemekle beraber,Devl.M.K. 203 maddede yer almış Aile Yardımı adı altında yapılan ödemede karı kocanın her ikisinin de devlet memuru olmaları halinde haksız bir uygulama sergilemektedir.. Şöyle ki, evli olan devlet memurlarına her ay aylıkları ile birlikte ödenen aile yardımının ödenebilmesi için diğer eşin memur olmaması gerekmektedir.
Aile yardımı yapılmasında bu yardımın karı kocanın her ikisinin de devlet memuru olmaları halinde sadece kocaya verileceğine dair olan Devl.M. K. 202. maddesindeki hüküm eleştirilebilir, ayrıca 203. maddede İş sözleşmesi veya Toplu İş. Sözleşmesi ile memurun eşi daha fazla ödenek almakta ise memura ödenek verilmeyeceği, daha az almakta ise aradaki farkın tamamlanacağına dair hükümler, isabetli olarak kabul olunamaz.
Bu hükümler, Medeni Kanunda mal ayrılığı sisteminin kabul edilmiş bulunduğu bir uygulama içinde düşünülürse tezat teşkil etmektedir. Düzeltilmesi gerekmektedir. Kaldı ki yardım çalışan kişiye çalışması karşılığında sağlanmış ek bir parasal yardımdır. Çalışmaya bağlanan ve kanunla verileceği düzenlenmiş bir hakkın memurlar arasında evli karı kocalara farklı uygulama yapılmasının mantığı yoktur.
Kadın memur için olumlu ayrıcalıklı bir hüküm de madde 104 te yer almaktadır.
Analık halinde doğumdan önce ve sonra olmak üzere üçer haftalık izin hakkı verilmesi ve bundan sonra da altı ay süre ile günde bir buçuk saat süt izni verilmesi ile ilgili hüküm bulunmaktadır. Bu kadının anne olmasından kaynaklanan doğal hakkının kanunla düzenlenmiş olmasından başka bir şey değildir.
Devl.M.K. 207. Maddesinde doğum yardımı adı altında bir ödenek yer almaktadır. Bu ödemenin şayet ana ve babanın her ikisi de devlet memuru ise babaya verileceğini belirtilmiştir. Bu maddenin de değiştirilmesi gerekmektedir. Doğuran kadına yapılması gereken bu yardımın babaya verilmesini anlamak yine zordur. Memur olmayan kadına elbetteki devlet yardım parasını ödeyemez ancak doğuran kadın memur ise bu meblağın kadına verilmesi en doğal hakkıdır. Madem ki Medeni Kanunda mal ayrılığı rejimi esas alınmıştır , o halde bu yardımın da kadının bordrosunda yer alması asıldır. Bu madde devamla şayet eşlerden birisi hizmet akdi ile çalışıyorsa ve bu sebeple yardım alıyorsa memur olan eşin doğum yardımı alma hakkının olmadığını ,şayet alınan yardım daha az ise bu takdirde aradaki farkın ödeneceğine dair bir hükmü de içermektedir. Bu da yanlıştır. Çünkü doğum yardımını hizmet akdi ile çalıştığı için eşlerden koca alacaktır. Bu hak yaptığı hizmet sözleşmesi gereğidir. Bu hakkının memur olan kadının hakkını engellemesi yanlıştır. Bir hizmet akdindeki hüküm ,kanunla memura tanınmış bir hakkın verilmesini nasıl engelliyebilir. Bu hükümler Anayasaya aykırı hükümlerdir. Şayet memur olan koca ise bu takdirde hizmet akdi ile çalışan eşe verilen doğum yardımı sebebiyle kanunla memur kocaya tanınmış hakkın verilmemesi de yine yanlıştır. Kadının kendi çalışması sonucu aldığı bir hak söz konusu edilerek diğer hak sahibinin hakkı engellenemez. Her bireyin hakkı müstakildir. Ve gerek memur ve gerekse işçi olarak çalıştığı ve belirli bir statüye tabi olduğu için tanınan hakların uygulanması bir başka kişinin hakkına tabi kılınamaz.
Bu ve buna benzer hükümler gerek kadın hakları açısından bir eksiklik ve Medeni Kanundaki hükümlere de aykırılık teşkil etmektedir.
Emekli Sandığı Kanunu açısından madde 39/ç maddede kadın ve erkek iştirakçilerin emekli olmalarında farklı yaş şartının kabul edildiğini görmekteyiz. Bunun sosyolojik ve biyolojik bağlamda doğru olduğu kaçınılmazdır. Ancak bu hakkın kullanılması iştirakçinin isteğine bağlı tutulmuştur. Kadın 20 yıllık hizmet süresini doldurmuş olmakla istemesi halinde emekliye ayrılabilmektedir.
Keza yaş konusunda da emeklilik yaşı olarak 1.Ocak 1990 tarihinden itibaren kadın için 55 yaş ve erkek için 60 yaş kabul edilmiştir. Bundan önceki dönemler için uygulama farklı olup yaş konusunda 20 yılın doldurulması ve senelere göre farklı yaş düzeyi kabul edilerek kadının emekli olması mümkün olmaktadır.
Son durum itibariyle kadının sadece yirmi çalışma yılını doldurması emekli olması için yeterli değildir.Yaş şartı da gereklidir. Kanunla getirilmiş yaş şartının yerinde olup olmadığı kadın ve erkeğin daha erken yaşlarda emekli olması imkanın tanınması veya tanınmaması ülkenin genel politikası içinde çözümlenecek ve ülke sosyal şartlarının da etkili olacağı konulardır. Ancak belirtelim ki bugünkü ekonomik durum çerçevesinde Türkiye’de kadının 55 yaşına kadar çalışması üretkenliğini sürdürmesi ,sosyal güvenlik kurumlarının iştirakçilerine karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi açısından zorunlu görünmektedir, bu nedenle emeklilik yaşının bu düzeye çıkarılmış bulunması yerinde olmuştur.
c) Gelir Vergisi Kanunu Açısından Kadın.
193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu 93. Maddesi Aile Reisi Beyanını düzenlenmekteyken 29.07.1998 tarihle yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece MK. maddesi gereğince aile reisi koca olarak belirlenmiş bulunduğundan maddenin yürürlük süresi boyunca, kadın iş sahibi olsa dahi vergi beyannamesi koca tarafından verilmekte idi. Bu değişiklik ile kadın kendi faaliyeti sonucu elde ettiği kazanca ait gelir vergisi beyannamesini iş sahibi olarak bizzat kendisi verecektir. Böylece şimdiye kadar yapılmış ve eşlerin gelirlerinin birleştirilerek vergi verilmesi ve hatta hiç geliri bulunmayan kocanın aile reisi sıfatı ile gelir vergisi beyannamesi vermesi gibi bir mükellefiyet ortadan kaldırılmış bulunmaktadır.
C) İş Kanunu İle Sağlanmış Haklar
Özellikle şunu açıklamak gerekir ki, İş Kanunu genel prensipleri itibariyle hizmet akdi ile çalışanlar arasında kadın erkek ayırımına dayalı ve kadın işçiler aleyhine hiç bir hükmü ihtiva etmemektedir.
Kadınlara çalışma hakkı Anayasal bir hak olarak verilmiş olup çalışma şartları bakımından eşit istihdam imkanlarına tabi olacakları yine Anayasa hükmüdür. Eşit ücret konusu da Anayasada düzenlenmiştir.
İş K. 26/4 maddesinde özellikle , kadın ve erkeğe eşit ücret verilmesi gerektiği , aynı işyerinde aynı nitelikte işlerde ve eşit verimle çalışan kadın ve erkek işçilere sadece cinsiyet ayrılığı sebebiyle farklı ücret verilemeyeceği , ne toplu iş sözleşmesi ve ne de hizmet akitlerine buna aykırı hükümler konulamayacağı belirtilmiştir. Kanunda belirtilmiş kurallara aykırı hiç bir hükmün iş akdi ve toplu iş sözleşmesinde yer alması mümkün değildir.
Kıdem tazminatı ödemesi , hizmet akdinin feshi, ücret ödeme, ücretli ve ücretsiz izinler, hafta tatili , yıllık ücretli izin, iş sürelerinin saptanması , sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınmasında, kadın ve erkek cins bakımından eşitliği bozacak hiç bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak kadına özgü haklar sebebiyle , kadın Anayasal hakkı olarak korunmaya alınmıştır. Kadına özgü olarak İş kanunun da düzenlenmiş hakları belirtmek gerekirse;
İş.K. 14. md.de kıdem tazminatına hak kazanma bakımından , kadın işçinin evlenmesi halinde evlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde kendi arzusu ile hizmet akdini sona erdirmesi ve kıdem tazminatı alma imkanı tanınmıştır.
Keza, maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında ve su altında yapılacak işlerde 18 yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılmaları yasaklanmıştır. Kadınların sanayie ait işlerde gece çalıştırılmaları da esas itibariyle yasaklanmıştır. Fakat işin özelliği gereği kadın çalıştırılmasına gerek olan hallerde çalıştırılabilecekleri İş K. 68. md. hükmüdür.
Fakat sanayie ait işlerde kadınların gece postalarında çalıştırılmaları için özel hükümler getirilmiş ve sağlık raporu , Bölge çalışma müdürlüğü izni aranmıştır. Ve gece çalışması yapılan hallerde fazla çalışma yapılması yasaklanmıştır. Kadın işçinin kocasının da aynı gece postasında çalışması halinde kadın işçinin talebi ile ayrı postalarda çalıştırılmalarını isteme hakkı verilmiştir. ( İş K. Madde 68 ve RG: 22.08.1973 t. ve 14633 sayılı Tüzük )
Kadın işçilerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamayacaklarına dair İş K. 78. maddesinde hüküm bulunmaktadır. Kadınların hangi çeşit ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılabileceği tüzükte gösterilmiştir. Tüzükte yapılmış cetvele göre kadınların hangi işlerde çalıştırılabilecekleri işaretlenmiştir. Bu belirlenen işleri yapmaları için de sağlık raporu şartı aranmıştır. Ayrıca kadınların özel günlerinde ağır işlerde çalıştırmayacakları da hükme bağlanmıştır.( RG: 09.04.1973 )
Analık sebebiyle Kadın işçiler İş K. 70. madde ile özel korunmaya alınmıştır. Doğumdan önce ve sonra altışar hafta olmak üzere yasal izin hakları bulunduğu gibi bu süreler sağlık durumlarına göre arttırılabilmektedir. Kadın işçi doğumdan sonra altı haftanın hitamında altı aya kadar ücretsiz izin de alabilmektedir.
Gebe ve emzikli kadınların hangi dönemlerde ve ne gibi işlerde çalıştırılmasının yasak olduğu ve bunların çalışmalarında sakınca olmayan işlerde uyulması gereken şartlar ve usuller tüzükle düzenlenmiştir.(RG:10.041987 )
D) Sosyal Sigortalar Kanununda Kadın İşçiler Açısından Sağlanmış Haklar.
1964 tarih ve 506 sayılı S.S.K. hizmet akdi ile çalışanların sosyal güvenliklerini sağlamaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütünün 102 sayılı 1952 tarihli Sosyal Güvenliğin En Az Normları Anlaşmasında belirtilmiş, Hastalık, Analık Sakatlık İhtiyarlık , İş Kazası, Meslek Hastalığı Ölüm, Aile Yardımları ve İşsizlik Sigortaları dallarından sadece aile yardımları hariç diğer tüm sigorta dalları Türkiye de uygulanmaktadır.
S.S.K., cinsiyet farkı gözetmeden tüm hakları çalışanlara sağlamış olup, kadına özgü bir takım koruyucu hükümlere yer vermiş bir yasadır.
Kadına özgü olarak kabul edilmiş haklar:
aa) Analık Sigortası:
SSK. 43-53 maddelerde analık sigortası düzenlenmiştir.Bu maddelerde, analık halinde , gebelik muayenesi. Gerekli sağlık yardımları, doğumda sağlık yardımları, emzirme parası verilmesi, analık sebebiyle işten kalınma halinde ödenek verilmesi hakları tanınmıştır.
Bu yardımların sağlanamaması halinde SS.Kurumu tarafından makdu gebelik yardımı yapılması öngörülmüştür. Makdu gebelik yardımının miktarının ne olacağı konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yapacağı tarife hükümleri uygulanmaktadır.
bb) Yaşlılık Sigortası:
Kadın ve erkek sigortalılar bakımından yaşlılık sigortasından yararlanma konusunda kadın lehine farklı hüküm kabul edilmiştir.( SSK. Madde 60).
Kadın işçinin işe girme tarihi itibariyle 1990 tarihine kadar işe girmiş olanlar için 50 yaşında emekli olma hakkı tanınmış olup 1990 tarihinden sonra işe girenler açısından bu yaş sınırı 55 olarak yükseltilmiştir. Erkek sigortalılar açısından 1990 tarihine kadar işe girenler için 55, 1990 tarihinden sonra işe girenler için 60 yaş esası kabul edilmiştir.
cc) Genel Kadınlar Hakkında Hükümler:
Türkiye de genel sigorta bulunmadığından genel kadınların SSK.na tabi olacakları 506 sayılı kanuna 2167 sayılı kanunla 29.06.1978 tarihinde eklenmiş ve Ek madde 13 hükümleri doğrultusunda genel kadınlar kanun kapsamına alınmışlardır. Bu madde Türk toplumunda yaygın olmayan sosyal güvenlik uygulamasının kapsamının genişletilmesi bakımından önemlidir. Bu hükümle 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunun 128.maddesinde belirtilen genel kadınlar ,maddede belirtilen şekilde faaliyet göstermeleri halinde SSK.na tabi tutulmuşlardır. Başka deyişle genel kadın tanımı genel bir kavram olarak SSK. da yer almakla beraber 1593 sayılı kanuna yapılan atıfla uygulama alanı açısından anılan maddede sayılmış kadınlara münhasır bir sosyal güvenlik hakkının olduğunu belirtmek gerekir.
Genel Kadınlar ve Genel Evlerin tabi olacakları Hükümler Hakkındaki Tüzüğün ( R.G. 19.04.1961) 94 . maddesi gereğince bu evlerde müstahdem olarak çalıştırılacak erkek işçilerin 25 kadın işçilerin ise 35 yaşından küçük olmaması şartı getirilmiş ve böylece daha genç yaştaki kadınları korumaya yönelik olarak cinsler arasında farklı hüküm konulmuştur.
d ) Bağ-Kur
Sadece malullük, yaşlılık ve ölüm hallerinde sosyal yardım yapılmasının mümkün olduğu Bağ-Kur Kanununda cinsiyete dayalı olarak ayrıcalıklı hüküm olarak 35. maddede kadın sigortalının 20 tam yıl sigorta primi ödemiş olması halinde yaşlılık sigortasından aylık bağlanabileceği ve kadının 50 yaşını doldurması halinde ve 15 tam yıl prim ödemiş olma koşulu ile aylık bağlanabileceği hakkı verilmiştir. Buna karşılık erkek sigortalının bu hakkı 25 yıl prim ödeme veya 55 yaşını doldurmuş ve 15 yıl prim ödemiş olma şartına bağlanmıştır. Başka sigorta dalı olmadığından kadın hak sahiplerine yönelik başkaca hüküm konulmamıştır
e ) Tarım İşçileri Sosyal Sigorta Kanunu ve Tarımda Kendi Hesabına Bağımsız Çalışanlar ile ilgili Kanunlar
Tarımda süreksiz hizmet akdi ile çalışanlar açısından sosyal güvenliklerini sağlamak için Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu mevcut olup işbu kanunda da cinsiyete dayalı bir ayırım yoktur. Ancak bu kanunun uygulama alanı açısından süreksiz olarak tarımda çalışanlar nazara alındığından analık sigortasına yer verilmemiştir. Fiilen analık sigortasından yararlanmanın mümkün olamayacağı düşünülmüş ise de, belirli bir süre prim ödemiş bulunmaya bağlı olarak bu hak da yer alabilirdi. Keza, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda da cinsiyet ayırımına dayalı hiç bir hüküm yer almamıştır.
GENEL DEĞERLENDİRME
Genel olarak Türk Hukuk Mevzuatında kadınlar ile ilgili hükümler yukarıda açıklanmış olup bu hükümler ve 24.07.1985 tarihinde onaylayıp 10.10.1985 tarihli R.G. de yayınlanan 3232 sayılı kanun ile katıldığımız, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinin, aşağıda açıklayacağımız ilkeleri ile uyum içindedir.
Sözleşmede temel olarak; kadınlara karşı ayırımcılık, kadın erkek arasında haklar ve kanun önünde eşitlik , ayırımcılık gözeten kanunların gözden geçirilmesi , değiştirilmesi , kadına yönelik uygun önlemler alınması, kadının temel özgürlüklerinin erkeklerle her alanda özellikle siyasal , sosyal ekonomik ve kültürel alanlarda sağlanması için önlem alınması , iki cinsin birbirinden üstün veya geri olduğu düşüncesinin değiştirilmesi, kadınlar aleyhine kalıplaşmış geleneksel uygulamaların kaldırılması , sosyal ve kültürel kalıpların değiştirilmesi, kadın ticaretinin ve kadın fahişeliğinin sömürülmesinin önlenmesi, tüm seçimlere katılma ve seçme hakkı , her düzeyde yönetimde görev alma , kamu görevlerini üstlenme , örgüt ve derneklere katılma , uluslararası örgütlere katılma , kadına uyrukluğunu
seçmede erkeklerle eşit hak ve imkanlar tanıma, yabancı ile evliliklerde kadının uyruksuz kalmamasının sağlanması, kadının eğitim kuruluşlarında erkeklerle aynı haklara sahip olması, kızların okullardan erken ayrılmasını önlemek , kızlar ve kadınlar için programlar düzenlemek, istihdam, sosyal güvenlik ve kırsal kesim kadınlarının hakları, kadınların özgürce eş seçmeleri, evlenme yaşı ve evlenme hakkı , evlilik birliğinin bozulmasında eşit hak ve sorumluluklar, aile adı, meslek seçme hakkı açısından karı koca arasında eşit haklar, mal edinme hakkı, gibi hakların sözleşmeyi imzalayan devletlerce sağlanması için Birleşmiş Milletler Anlaşmasının temel hak olarak ileri sürdüğü insan haysiyetine ve değerlerine uygun olarak kadın ve erkek cins arasında eşitlik sağlanması bağlamında işbu sözleşmede değinilen hakların yerine getirilmesi için faaliyet gösterilmesi amaçlanmıştır.
Gerek İnsan Hakları evrensel Bildirgesi ve gerekse İnsan Hakları Uluslararası Sözleşmelerinde üye devletlerin cinsiyete dayalı bir ayrıcalığa yer vermemesi bir yükümlülük olarak açıklanmaktadır. Bu nedenle Kadınlara karşı ayırımcılığın önlenmesi için sözleşme yapılması gereği duyulmuştur. 1981 yılında işbu sözleşmede yer alan çoğu hüküm esasen Türk mevzuatında bulunmaktadır.
Sözleşmenin 1-9 maddelerinde belirtilmiş kanun önünde eşitlik , kadınlara karşı ayırım gözeten ulusal ceza hükümlerinin kaldırılması ,seçme ve seçilme, cinslerin birbirine üstün olamayacağı , fahişeliğin önlenmesi, uyrukluk konularında Türk Mevzuatında aykırı bir hüküm bulunduğu söylenemeyecektir.
Yukarıda da açıkladığımız gibi Türk Hukuk sisteminde M.K. da yapılacak değişikliklerle daha çağdaş bir uygulamaya sahip olunacaktır. Yoksa işbu sözleşmede belirtilmiş hususlar esasen T.C yasalarında yer almaktadır.
Eğitim konusunu düzenleyen Sözleşmenin 10. maddesinde açıklanmış konular Türk mevzuatında daha detaylı olarak işlenmiştir, ancak uygulamada kırsal kesim açısından meydan gelen büyük ve önemli fark devletin politikası , doğal şartlar ve terör sebebiyle gerçekleşememektedir. Sözleşmede imza eden devletlerin anılan konularda önlem alması ve uygulamalarını değişmesi, yasalarındaki aykırı hükümlerin yerine uygun hükümlerin konulması gerektiği yolundaki öneriler açısından konu ele alındığında Türkiyede yasalarda mutlaka yer alması gereken bir değişiklik gerekli değildir.
Sözleşmede kadınlara istihdam alanında eşik hak ve imkanlar sağlanmak istenmiş 11 . madde ile çalışma hakkı , eşit istihdam imkanı, iş seçme , terfi , iş güvenliği, eşit iş şartları , mesleki eğitim, eşit ücret, ve izin hakkı, sosyal güvenlik hakkı, emeklilik, işsizlik, sakatlık, yaşlılık sosyal güvenliği, kadının analık sebebiyle korunması, analık halinde işten çıkarılamama, hamile iken zararlı işte çalıştırılmama, analık izni analık tazminatı, çocuk bakım evleri, sosyal hizmet sağlanması, emzirme , beslenme hizmeti, konularında yapılması gerekenler açıklanmıştır.
Sözleşme ile kadın ve erkek cins bakımından çalışanlar açısından sağlanmak istenen sosyal ve ekonomik alanda eşitlik, aile zammı hakkı, kredi sağlama hakkı, eğlence, spor ve kültürel hayata eşit katılım hakkı konularında önlem alınması istenmiştir.
Kırsal kesim kadınları açısından meseleye bakıldığında sözleşmede, ailelerin ayakta kalabilmeleri açısından kadınların parasal karşılık almadan, ekonomik bakımdan sağladıkları yarar ve oynadıkları rol göz önünde tutularak , sözleşme hükümlerinin kırsal kesim kadınları açısında da uygulanmasının amaçlandığı görülmektedir. Sözleşmenin 14. maddesinde kadınların her seviyedeki kalkınma planlarına katılmaları, aile planlamasına , sosyal güvenlik programlarına katılmak, eğitim ve öğrenimin her türünden yararlanmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak, ekonomik fırsatlardan yararlanmak kendi kendine yardım grupları ve kooperatifler oluşturmak, toprak ve tarım reformu , yeniden iskan projelerinde erkekler ile eşit işleme muhatap olmak, kredi ve borçlanma , pazarlama kolaylıklarında uygun teknolojiden yararlanmak. Yeterli yaşam standartlarından yararlanma haklarının sağlaması önerilenler arasındadır.
Bu önerilenlere mevzuat açısından bakıldığında Türkiye’de yasal düzenlemenin bir çok ülkeden daha iyi konumdadır. Ancak bir çok hak Devletin mali kaynaklarının yetersizliği ve kaynak bulmadaki zorlukları veya idaresizliği nedeniyle gerçekleşememiştir. Bu nedenle olayı iki boyutta ele almak gerekmektedir. Yasal düzenlemeler ve yasal düzenlemelerin uygulanabilirliği konusu. Bir çok yasal hükümler emredici nitelikte bulunduğu ve cezai yaptırımı olduğu için uygulanabilmektedir. Ancak sosyal nitelikli olanlar,eğitim ağırlıklı ve sağlık kurumları ile ilişkili bulunanlar açısından parasal kaynak yokluğu bir çok hakkın sağlanmasını imkansız kılmakta veya gecikerek uygulanabilmektedir.
Ancak uygulamada mevzuatta olmayan bazı yanlış ve küçültücü uygulamaların varlığı bunu uygulayanlar açısından cezai sorumluluğu birlikte getirmektedir.
Türkiye’de genel sağlık sigortası bulunmadığı için , bir çok hakkın yararlanıcısı niteliğinde olanlar sadece, bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olarak çalışanlar olmaktadır. Başka deyişle , hizmet akdi ile , veya memur olarak çalışan veya bağımsız çalışan kişiler ile Tarımda kendi adına çalışanlar ve Tarım işçileri S.S.K. tabi olanlar sağlık hizmetlerinden ve yardımlardan yararlanmaktadırlar. Esasen ekonomik açıdan çok güçlü ve dünya lideri ülkelerin dahi genel sağlık sigortası problemi varken Türkiye’de toplumda hiç bir katkısı olmayan vergi mükellefi dahi bulunmayanların genel sağlık sigortası kapsamına dahil edilmeleri ve bunların giderlerinin çalışanlardan alınan vergilerle ve onların pirim veya karşılıkları ile karşılanması ve çalışanlarla aynı hak ve imkanlara sahip tutulmaları üzerinde ayrıca ciddi olarak düşünülmesi gereken önemli konulardan biridir.
Prof. Dr. Berin Ergin
2001