ADALET KAVRAMI

ADALET HAKKINDA

 

SI VIS PACEM COLE IUSTITIAM

EĞER SULH VE SÜKUN İSTİYORSAN ADALET ÖĞRET VE UYGULA.

Bu vecize Uluslararası Çalışma Bürosunun ilk ve temel taşında yazılıdır.

Bu vecizeden hareketle iyiliklerin ve güzelliklerin sulh ve sükûnun temelinin ADALET olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

KAVRAM OLARAK ADALET :

Adalet, Adl, Adil, Justice, Just, gibi kelimelerle açıklanmak istenen nedir?

İnsanlar adaletten ne beklemişlerdir? Neye ulaşmak için adaleti aramış ve nereye varmak istemişlerdir? Adalet ile açıklamaya çalışılan ve çağlar boyu bitmeyen fikirler ile varılmak istenen nedir? Adalet kavramı ile açıklanmak istenen sosyal olgunun doğumuna yol açan olaylar nedir? İlahi bir kavram mıdırr? Yoksa insanların akıl yolu ile elde ettikleri toplumların dirlik ve düzen içinde idamesini sağlamak için kural koyma ve kurallara uyma gereğinin meydana getirdiği bir olgu mudur?

Adalet sözcüğü ve bu sözcükle açıklanmak istenen kavram zaman içinde toplumdan topluma neden farklı yorumlanmıştır. Bunun nedenlerini kısaca sistemlerdeki farklılıklar ile siyasi ekonomik doktrinlerin çarpışmasından kaynaklandığını açıklamak doğru bir yargı mıdır?

Adalet kavramını her teorisyen kendi görüş ve gözlemleri ve toplumun sosyal niteliklerinin etkisinde kalarak ve özellikle de inançların düşünce sistemi ve felsefesi doğrultusunda etkilerinin de yorumlanarak açıklandığını görmekteyiz.

Düşünürler, çağlarındaki diğer düşünürlerin Adalet ile ilgili anlayış ve benimseyişlerini ve yorumlarını kimi zaman ret ederek, kimi zaman başlangıç noktası olarak alarak ve geliştirerek, tanımlamaya çalışmışlar ve örnekler vermişlerdir. Devlet sistemlerindeki yorumlara göre, tiran, kral, devlet başkanı, devlet yöneticisi gibi yönetim erkini kullananların bu erki kullanmadaki beceri ve ustalıkları ve toplum ile erkin kullanılmasındaki bütünleşmenin topluma getirdiği yarar ve zarar ilkesi etrafındaki bütünlüğü gözeten bir anlayış ile yüzyıllar içinde farklılıklar gösteren bir tanım ile adalet açıklanmaya çalışılmaktadırlar. Bu nedenle adaletin tek bir tanımını vermek onu kısır bir platforma oturtmak demek olacaktır.

Bu şekilde bir açıklamadan sonra Adalet kavramı ile betimlenmek istenen konunun değişken olduğunu mu söylemek gerekecektir? Adaletin genel, anonim bir kavram olarak tek bir anlatımı mümkün müdür, değil midir?

Bunun gibi birçok sorular zihinleri meşgul edebilir.  Ancak özetlemek gerekirse ileri sürülen görüşlerin sentezi olarak ittifak edilen tek hususun:

“ Adaletin, insan ve toplum huzuru için gerekli olan düzene verilen hukukilik ve kanunilik olduğudur.”

Ancak bu adalet tanımında açıklanan hukuki ve kanuni düzen tek bir şekil ve biçimde değildir. Bu nedenle adaletin tek ve genel bir yorumunu tanımını yapmak mümkün değildir.

Her devlet düzenine göre ve iktisat teorisi için farklı adalet kavramları oluşmuştur ve oluşmaktadır. Filozoflar düşünce kuralları çerçevesinde adaleti kendi dünyalarına uygun anlatmaya çalışmışlardır.

Türkçe deki ADALET kelimesi Arapça ADL – ADLİ kökünden türemiştir.

ADİL, kanuni ve adaletli kişiye ve kanunen doğru ve hukuki olanı tanımlamak için kullanılır. Doğru, haktan ayrılmamak, eşitlikten yana olmak, hakkı yerine getirmek ve gözetmek adil nitelemesi ile yapılır.

ADALET; haklılık, hakka uygunluk, karşılıklı menfaatler arasında eşitlik, denklik, orantılılık olarak tanımlanmıştır. Adalet sözcüğünün etik ve hukuki anlamı, dürüstlük, hakkaniyet ve eşitlik olarak kullanılır.

Adalet ve eşitlik, adalet ve iyilik hem farklı ve hem de benzer kavramlar olarak yorumlanmıştır.

Adalet kavramı yeni bir kavram değildir. Fertlerin toplum içinde birlikte belirli bir düzen ve nizam içinde yaşamlarını sağlamak için toplumun peşinen uymayı kabul ettiği kuralları koyması kabul etmesi ve böylece devletleşmesi sonucu, hukuk kuralları uygulanmasını mümkün kılmıştır. Hukuk kurallarına göre adaletin ne olduğu Devlet yönetim sistemi biçimine göre farklılıklar göstermektedir.

Din kitaplarında da adalet kavramı yer almaktadır. Yunan, Roma ve Mısır gibi en eski medeniyetlerinde adalet kavramı ile devlet adamlarının, filozofların üzerinde uzun uzun durduğunu çeşitli görüşler ileri sürmüş olduklarını görerek ADALETİN en eski bir kurum olarak bu kavramının içerdiği niteliklere göre ve insanın var olduğu dönemlerden itibaren sosyal farklılıklar göstererek çeşitli dönemlerin yapısına göre renklenerek varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz.

 

ADALETİN  GAYESİ

Adalet ile neyin kast olunduğunu açıklayan tüm filozoflardan bahsetmek ve eleştirmek uzun bir çalışma ve araştırmayı gerektirir oysa Adalet kavramı ile amaçlananın ne olduğunu sadece önemli görülen bazı görüşlerden hareketle ve başlangıç noktaları üzerinde durmak sureti ile açıklamak yeterli olabilir.

 

1)  TEVRAT TA ADALET KAVRAMI

Açıklamak gerekir ki, İLK ADALET KAVRAMINA TEVRATTA rastlıyoruz.

“Adalet, yaşamak için takip edilmesi gereken”. Diye öğüt verilmekte ve Tanrı’nın tüm buyruklarını yapacak olan yerine getirilecek olan HAKİMLER ve GÖREVLİLER ce kabile kabile eğitim yapacaklarını ve insanları yargılayacaklarını belirtmektedir.

Hakimler ve görevliler, ki toplumda yönetmek, eğitmek ve sulh ve sükunu sağlamak görevi verilmiş kimseler kast olunarak, bunların insanlara saygı göstermesi ve adil olmaları gerektiğini ve HEDİYE almamalarını buyurmaktadır. “Aksi halde gözlerini kapamış olurlar ve dürüstlükten ayrılırlar”, denmiştir.

Yine Tevrat’ta , Hakimler ve Adalet konusu açıklanırken,

“Adaletin bağımsız olması, tarafsız ve anlaşılabilir, ulaşılabilir olması gerektiği” vurgulanmıştır.

Toplumda kanunu uygulayacak veya toplum kurallarını uygulamakla görevli kişilerin bu görevlerini ifa ederken adaleti gerçekleştirebilmek için hangi vasıflara haiz olmaları gerektiği hususu da şöyle açıklanmıştır:

“Hakimler, bağımsız, yetenekli, tarafsız ve görevlerine, ailevi pozisyonlarından veya sosyal nedenlerden dolayı tayin edilmemiş olmalıdır.”

Saygın kişilikli olmalıdırlar. Şeffaf olmalıdırlar. Bununla ne açıklanmak istenmiştir.

  • Davaların, ihtilafların dinlenmesinde, açık ve net olunmalıdır.
  • Davanın değerinin az veya çok olmasının veya davacının fakir veya zengin olmasının değer ölçüsü olarak alınmaması gerektiği belirtilmiştir.

Başka deyişle hâkim, hakem taraf tutmayacaktır. Taraf tutulması halinde saygın kişilikten bahsedilemez.

Ancak hâkimlerin, öksüzlerin veya dulların ihtilaf veya taleplerine bakmalarında eşitliği sağlamak için bir ayrıcalık gözetmelerine imkan verilmiştir.

Yetim ve öksüzler ile dullar toplumda eşitliği ve adaleti sağlamak için bir ayrıcalık geliştirilmiş olup, kadınların davasına erkeklerden önce bakılması ve kadın olduğu için gayri adil davranılmaması gerektiği bildirilmiştir. Bu koruyucu adalet teorisine de bir örnek teşkil eder.

Keza hâkimlerin adil olabilmeleri ve adaleti uygulayabilmeleri için hiç kimseyi zengin veya fakir olarak ayırt etmemeleri, herkese eşit işlem yapmaları ve insanlara ihtiyaçları ölçüsünde yardım etmeleri bildirilmiştir.

Hakim, zengine zengin olduğu için aleyhine hüküm verip fakiri korumamamlıdır veya zengini toplum içinde utanç verici duruma düşürmemelidir.

Hakimler HEDİYE alma konusu tamamen yasaklanmıştır.

Oysa Doğu dinlerinde Asya kökenli dinlerde, haklı taraftan hediye alanın adil hakim olduğu telakki edilmiştir.

“Hakim gerçekleri araştıran ve adaleti uygulayan kimsedir. Gerçekleri araştırmamak gözleri kör etmektir.”

Hakimin gerçekleri araştırmaması halinde gözlerin kör edilmesi kavramı ile açıklanmak istenen husus, diğer insanlara değer vermemek, onların haklarını ihlal etmek ve onlara karşı saygılı ve dürüst olmamak olarak yorumlanabilir.

Dürüstlük: Doğru ve masum, saf olarak anlaşılır.

Tevrat’ta adalet, takip edilmesi gereken bir yol, usul olarak,

Karda – zararda

Sözde – fiilde

Ve hangi dilde olursa olsun uygulanması gerektiği üzerinde önemle durulmuş bir konudur. Tevrat’ta adaletin ilahi olduğu görüşünden hareket edilmiştir. İnsanın adaleti geç öğrendiği, bu konudaki intikalinin geç olduğu üzerinde durulmuş, ancak adaletin çok güçlü olduğu ve hiçbir zafer ve başarının adaletsiz gerçekleşmeyeceği açıklanmıştır.

ADALET, ADALET SENİ TAKİP EDECEK

Cümlesi, insanlık kanunu için anahtardır.

Tevrat’ta, Adalet sadece üstün bir etik kalite olarak değil, tüm değerlerin temeli olarak kabul edilmiştir.

Dürüstlük ve adalet yönetimin tahtı olarak açıklanmıştır.

(Dürüstlük ve adalet hükümdarın tahtıdır.)

Bu adalet kavramı Yunan filozoflarının tanımladığı adaletten farklıdır.

 

Tevrat’taki adalet kavramı ile ilgili yorumda, filozoflar ve müellifler gerçekçi ve objektif bir adalet telakkisinin temelleri olduğunu belirtirler. Ve adalet kavramının temelinin bu anlatımda en iyi bir şekilde belirtildiğini görmemek mümkün değildir.

2)  İNCİLDE YER ALAN ADALET KAVRAMI

İncil’de, Adalet ve dürüstlük ile ilgili genel sınırları belirli bir tanım vermenin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Adaletin muğlak bir kavram olduğu ve münakaşalı bulunduğu şeklinde açıklaması yapılmıştır.

Kesin kuralları olmayan her şey gibi bununda açıklaması zordur.

Ancak adalet çeşitli versiyonları ile, basit anlatımla iyilik hayırdır.

Sevmek, saymak, hürmet etmek, genel kurallara uymak, yönetime saygılı olmak şeklinde açıklanabilir.

İncilin çeşitli yorumları bakımından adalet kavramına yaklaşımda, Adaletin genel kurallar ile açıklanmasının zor olduğudur.

Toplumu yöneten kurallar esnek ve katı olabilir. Genel kuralların etkisinde kalınarak düzenlenecek kanunların gerçek duruma uygunluğu esnek veya katı olmalarına göre farklılık gösterecek ve ideal olmaktan uzaklaşabilecektir. Kanun koyucu ideali vazetmeğe çalışabilir. Toplum yarattığı ve uyguladığı prensipler zaman içinde yeniden yorumlanmalı ve incelenmelidir ve karşılıklı güven ve hukuken geçerli rıza ile ve toplum fertlerinin genel iradesi ile sınırlı olarak geliştirilmiş kuralların tümü, adil kurallar olarak kabul edilebilir. Adalet toplumun gelişmesi görevini, sosyal gelişmeyi insanların refahını ve karşılıklı yardım edilmesini empoze eder.

Adaletin sağlanmasında adaletin bölünmezliği ve yargısız adalet olmayacağı hususları fertler arasındaki ilişkilerde karşılılığın esas olduğu, temel haklarda eşitliğin sadece, farklı ekonomik sınıflara mensup olanlar bakımından değil, fakat uluslar ve ırklar arasında da söz konusu olduğu ifade olunmuştur.

 

3)  KUR’ANI KERİM DE ADALET KAVRAMI

Kuran en son din kitabı olarak adalet kavramını eşitlik adil olma güvenilirlik insanlar arasında zengin fakir, soylu olma, ırk, din, dil ayrılığı gibi faktörleri gözetmeksizin herkesin inancına saygı duyulması anlamında açıklamıştır.

İslam dini, fert, sosyal yaşam ve siyasi yaşamı kapsayan, tüm bunlar için kurallar getirmiş bir dindir. Devrimci bir din olarak yenilikçidir. Her zaman ve mekân için vazedilmiştir. Dünya işi ve devlet idaresi ile iştigal etmiştir.

Tüm yeniliklere açık, zaman içinde değişiklikleri mümkün gören bir sosyal yapıya sahip olan İslam dininde, halkın oyuna başvurulduğu, ferdi hürriyetlerin bulunduğu, adalet, eşitlik, kardeşlik esaslarına önem verilmiş olduğu metnin ifadesidir. Ancak devirler içinde ilk yorumlardan uzaklaşıldığı gibi adalet açıklaması açısından da ne gibi yorumlar yapıldığı ayrı bir inceleme konusu olabilir.

İslam dininin özelliği olarak aslında din adamları sınıfı yoktur. Başka deyişle ruhban sınıfı yoktur. İstibdat ve zulüm ret olunmuştur. Bu nitelik siyasi ve sosyal prensip olarak Kuran ilkeleridir.

Adalet kavramı, ferdin gelişmesi ve saadeti için gerekli olan İslami kurallara uyulması sureti ile sağlanacak bir düzeni ifade etmektedir. İslam’ın hukuku vardır ve bu hukukun adıda Şeriattır. Şeriatta adildir diye açıklanmıştır.

Adalet prensibinin kökleri İslam’da çok eskilere dayanır. Sosyal yapının temelini ahlakın teşkil ettiği ve ahlakın da ADALETİ hazırladığı açıklanır. Halkı yöneten hükümdarın adil olması gerekir, adil olmayan müstebittir. Müstebit bir yönetici ise ahlaksızdır, denmiştir.

Adalet, gerçek medeniyetin, toplum saadetinin esasıdır. Hâkimiyetin, hükümranlığın ve topluluk ahlakının sınırlarını teşkil eder.

Adaletsiz bir hükümranlık devam etmemelidir. Adil bir hükümranın bir günü altmış sene ibadetten daha geçerlidir. Devleti yöneten adil olmalıdır.

Adalet konusu kuranda, siyaset (Amme Hukuku) prensipleri içinde en önemli yeri işgal etmektedir. Adaletin ilahi bir emir olduğu da vurgulanır. Adalet en büyük siyaset kuralıdır. Adalet iktidarı sınırlayıcıdır. Uluslar arası ilişkilerde adaletin önemi büyüktür. Adalet ve hukuka uygun olmak ve saygı gösterilmesi şartı ile mahkum bir milletin, hâkim bir milletin idaresine katlanabileceği belirtilmiştir (başka deyişle mağlup olan bir devletin, galip olan devletin adaleti ve hukuku uygulaması halinde, ona tabi olabileceğini açıklanmıştır.)

İslamda adalet, eşitliği şekillendiren bir olgudur.

İslam’da adaletten ayrılanlara müeyyide getirilmiştir. Hukuk kaidesi ile açıklanan bu kural, Halifenin hak yolundan ayrılması halinde, şeriatın tayin ettiği hükümler dairesinde katledilmesinin mümkün olmasıdır.

Zulüm ve istibdat ve anarşi hali İslamcılıkla bağdaşmaz. Adalet bir eşitlik prensibi ve ilahi bir emir olarak zulme, esarete, işgale karşıdır. İslam’da adaletçi ve hürriyet sever zihniyet hakimdir.

Adalet İslami kurallara uymaktır. Hükümet eden bu kurallara uymadığı takdirde adil hükümdar değildir. Gaddar olan hükümdar adil değildir.

Adaletin en belirgin uygulaması insan hakları bakımından kendini göstermektir.

İslam dini açısından konu ele alındığında, insan hakları ile ilgili ilk adımın insan hakları beyannamesinden önce İslam’da atılmış olduğu görülecektir.

İnsan hakları konusu İslamiyet’in temel konularındandır. Kuranda insana bahşedilen haklar bakımından insan hakları bildirileri ile ayrılıkları yoktur.

Batıda “İNSAN HÜR OLARAK DOĞAR” fikri karşısında, İslam’da “İNSAN YAŞAMAK İÇİN DOĞAR” kuralı yer almıştır.

Hürriyete İslam’da çok önem verilir. İslam’da toplumda eşitlik dini hukukun en önemli kuralıdır. Ancak tüm hürriyetler ve eşitliğin yine adalet için insanların saadeti ve refahı için sınırları olduğu çeşitli İslam yorumcuları tarafından açıklanmıştır. İslam’da, zenginliği ile övünmek ve fakirleri hakir görmek makbul değildir. İnsanlar arasında servet eşitliğini ve bu şekilde adaleti sağlamak için kurallar getirilmiştir.

 

4)  FİLOZOFLARIN ADALET KAVRAMI HAKKINDA GÖRÜŞLERİNDEN ÖRNEKLER

A)SOCRATES

Sokrates in görüşlerini Platonun açıklamaları ile değerlendirdiğimizde, Adalet ile ilgili betimlemesinde adaleti bireysel bir fazilet olarak açıklar. Fazilete (erdem) çok önem verir ve doğruluk ahlak ve adaletin yasalara uymakla sağlanabileceğini ancak bunun için fazilet sahibi olmak gerektiğini söyler. Adalet iyi ile kötünün birbirinden ayrıt edilebilme bilgisidir der. Bu bilginin insanların vicdanlarında tanrısal bir ses olarak bulunduğunu insanlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildirdiğini açıklar. Kişilerin adaletli olabilmek için bu sesi dinlemelerini ister. Adalete bir kavram yüklemek için adaletsizliğin araştırılması gerektiğinden yola çıkan Sokrates’in adalet ile ilgili görüşleri öğrencisi Platon’un eserlerinden izlenebilmektedir.

  1. B) PLATON

Adalet insanlar için olduğu kadar devlet yaşamında da gerekli bir fazilettir. Devletin topluma mutluluk sağlamak için kurulduğunu açıklayan Platon devletin amacının fazilet sahibi vatandaşlar ile halkın mutluluğunun gerçekleştirilmesi olduğunu belirtir. Birbirlerine muhtaç olan insanların toplum içinde diğerine gereksinim duyması ve yardım etmesi ve dayanışma ile adaletin sağlanabileceğini vurgular. Adaletin örgütlü bir toplum içinde anlamı olduğunu yönetici sınıfın kendilerine verilen görevleri yerine getirirken halkın onlara müdahale etmemesini belirtmiştir. Adalet herkesin kendi işinde sınıfında ve durumuna uygun olarak yaşamasıdır. İnsanların yaradılışına uygun yaşamasını öngörmüş olan Plato ya göre adaletsizlik toplumda birbirine eşit olmayan sınıfların birbirlerinin işine karışması olduğunu semirterek bunun adaletsizlik doğurduğunu ve farklı sınıflara eşit davranmanın adaletsizlik olduğunu açıklamıştır. Platon’un ileri sürdüğü görüşler Tevrat’ta da benzer şekilde ifadesini bulmuştur. Adaletin insanlar arasında dürüstlüğü, sevgiyi, karşılıklı güveni ve hoşgörüyü yerleştirdiği açıklanmış ve Platon’un, yöneticilere güvenilmesi gerektiğini ve bu şekilde adaletin sağlanabileceğini betimlemesi buna benzer niteliktedir.

Platon adaleti kamu otoritesi olarak gösterir. Yüce bir gaye olarak adalet kendi kendini disipline etmektedir. Toplumun armoni içinde düzenlenmesidir.

Adalet diğer eşitlik ve faziletlerin düzenleyicisidir. Adaletin fonksiyonu, düzen sağlamak ve dengeyi muhafaza etmektir. Bunları yapmak ve gayeye vasıl olmak için devletin ELİT yöneticilerle yönetilmesi gerekmektedir. Herkes kendine uygun olan işi yaptığı takdirde düzen sağlanabilecektir. Önemli olan herkesin görevini ifa etmesidir. Herkes kendine uygun işe koşulacaktır. Yönetenlerle, yönetilenler, emredenler ile emir olunanlar vardır. Bir kısım vatandaşlar kaba işleri yaparlar, kendilerinden üstün olanlara hizmet verirler ve bundan da memnundurlar. Bu düzende adaletsizlik olmadığını belirtir. Utopik olarak ve dönemin Devlet yönetim biçiminin ve şehirlerarasındaki ilişkilerin bir düzen içinde şekillenmesi ile ancak bu şekilde toplumda düzenin sağlanabileceğini ve bunun uygun bir yöntem olduğunu, yönetenlerin elit kişilerden meydana gelmesi gerektiğini belirterek, elitlerden hareket etmiştir.Elitlerin bilgili ve vicdanlı olduklarını yanlışlık batağına sapmayacaklarını düşünmesi ile oluşturduğu  ütopik bir teori ile adaleti açıklamaktadır.

  1. C) ARİSTOTALES

Etik adlı kitabında adil olanın nasıl belirleneceği üzerinde duran Aristoteles yasaya uyan ve eşitliği gözeten insanın adaletli olduğunu vurgular. Adalet kavramına içerik kazandıran ilk filozof olarak Aristoteles, adaleti sınırlamak ister ve ona göre adalet Dağıtıcı-Denkleştirici- ve Hakkaniyet üçlemesi ile açıklar. Dağıtıcı adalet, zenginliklerin ve tüm değerlerin paylaştırılmasında herkesin eşit değil kendi yeteneğine ve toplumdaki durumuna göre dağıtımdan pay almasının gerektiğin belirtir. Eşit yetenekte olmayan insanların eşit pay almasının adalet olmadığını belirtir. Denkleştirişi adalet ise, bireylerin kendi aralarındaki mal ve hizmetlerin değişimine ilişkin adalet olup, burada insanlar arasında eşit bir hak ve edimlerin verilmesi ve alınması söz konusudur. İnsanların değerlerine göre değil mal ve hizmetlerden herkesin eşit yararlanması gerektiğini açıklar. Hakkaniyete gelince, mal ve hizmetlerin dağılımında ve denkleştirmede yasalara göre uygun olarak ve olay ve duruma denk gelebilecek bir dağıtımın yapılması hakkaniyet ile açıklanır. İnsanların eylemlerinden kaynaklanan ve toplumsal nitelik taşıyan fiiller nedeni ile ortaya çıkan zarar ve ziyanın telafisinde hakkaniyet esası değerlendirmede nazara alınacaktır. Hukuk kuralları mutlaka hakkaniyeti tamamen yerine getirmemektedir. Bu nedenle hâkimin somut olaylara göre adaleti uygularken hak kurallarına riayet etmesi ve katı mutlak eşitliğin adaleti sağlanmadığını açıklamıştır.

Adaleti faziletli olmak iyi olmak iyi davranmak, yardımsever olmak, dürüstlük ve cesaret gibi insanda olması gereken üstün niteliklerle donanmaya verdiği bir ad olarak belirten Aristoteles, Fazileti insan iradesinin gerektiği takdirde büyük özverilerde bulunarak ve iyiye yönelmeyi mümkün kılan bir nitelik olarak tanımlar.

Bu görüş pozitif hukukta düzenleyici ve denkleştirici adalet arayışını yansıtmaktadır. Dağıtıcı ve denkleştirişi adalet toplumda hukuki ilişkileri düzenleyen genel objektif standartlara ulaşmaktır ki, bu günkü hukuk sistemlerinde de bu esaslar temel alınmaktadır. Adaletsizliğin orantısızlık olduğunu belirtir.

  1. D) STUART MİLL

Adaleti, milli faydacılık görüşü ile açıklamıştır.

Tarafsızlık ve eşitlik ilkesi adalet kavramı ile yakından ilgilidir diyen Mill, eşitliğin ülkeden ülkeye, zamandan zamana değişeceğini, bu nedenle eşitliğin her zaman adaletin gerçekleşmesinde geçerli olmayacağını, faydacı görüş ile açıklar. Herkesin aynı ölçüde vergi vermesi eşitlik değildir bu nedenle faydalı da değildir. O halde eşit vergi verilmesi adaletli değildir.

Fazla kazanandan fazla, az kazanandan az vergi alınmasını faydacılık görüşü ile açıklar. Bu uygulamanın sosyal yararı bulunduğunu belirtmiştir. “Bir şey faydalı ise adildir” görüşünü savunmuş olması, bireysel ve toplumsal yararlar bakımından farklılık gösterdiğinden, pozitif adalet ile koruyucu adaleti görmezlikten geldiği için eleştirilmiştir. Adaleti tanımlarken bireylerden hareket etmesi ve grupları, kurumları, ulusal kuruluşları göz ardı etmesi sağlam bir yargıya varmasını zorlaştırmıştır, şeklinde yorumlanmaktadır.

 

  1. E) MARX, ENGELS VE SOVYET HUKUKÇULARINA GÖRE ADALET

Sosyalist teorisyenlerin hepsinin birbirinden farklı ve kendi disiplinlerine göre yorumladıkları adalet kavramları vardır.

Ekonomik ilişkilerde adalete yer olmadığını iddia edenler (ENGELS), adalet kavramını komik bulanlar olduğu gibi, bazıları da kapitalist çıkarcılığının istismarcı ve ikiyüzlülüğü olarak algılamışlardır (BENTHAM). Kapitalist düzeni gayri adil düzen olarak kabul ederek, böyle bir düzenin, eşitsizliklerin, kötülüklerin dağıtıldığı ve istismarcı bir düzen olduğunu açıklarlar.

Sosyalistlerin savunduğu SOSYAL ADALET tir. Ancak sosyal adaleti savunurken, büyük yanlışa düşmüşler ve sınıf çatışmalarını tabiatına aykırı olarak yorumlamışlar ve yeni bir egemen sınıf İŞÇİ SINIFI yaratmakla bu grubu diğerlerinden ayırarak farkını kendileri doğurmuştur. Bu durum toplumun genel zaferini ilerlemesini ertelemiştir.

1920 lerde Rus hukukçuları adaleti, ekonomik gelişim bağlamında malların mübadelesi olarak yorumlamışlardır. Birçok yönleri ile de burjuva toplumuna has ahlak görüşüne göre, adaleti belirleyen kanunların, devletlerin özelliğine göre değişkenlik gösterdiği belirtilmiştir.

Sovyet yazarlarının adalet kavramı ile fazla iştigal ettikleri söylenemezse de sonraları adaletin sosyal meşrutiyet olduğunu savunmuşlardır.

 

 

TOPLUM VE ADALET

Adaletin ne olduğunu düşünenler arasında değişik fikirler olduğu gibi toplum için önemli olan dini kuralların yazılı olduğu din kitaplarında ve bu kitapların yorumlarında da farklar söz konusudur. Bu farklılığın sebebini bulmak açıklamak bu konudaki görüşlerden daha önemlidir.

İnsan psikolojisinin farklılığı önemli bir faktör olup, sosyal arasındaki çıkar ve inanç çatışmalarını körüklediğinden ve topluma uygulanan pozitif kuralların ve gerekse ilahi kuralların meydana getirdiği hukuk düzenlerinin farklı oluşu amaçların nitelik ve nicelik yönünden farklılığı, adalet kavramında genel bir tanım doğmasına imkân vermemiştir.

Adaleti “herkese payını vermek” olarak yorumlamak, hukuku sosyal olarak kabul ettiğimizde ayrıcalık teşkil eder. Şöyle ki, herkese hak ettiği cezayı vermek olarak yorumladığımızda, özürlü kişiler ile sağlıklı kişiler arasında sosyal korumaya aykırı sonuç doğurmuş oluruz.

Bu nedenle adaleti bu şekilde telakki etmek yanlış olacaktır. Keza adaleti toplumda herkesin değerine, katkısına ve yeteneğine ve sosyal statüsüne göre payına düşenin verilmesi olarak anlamak da dağıtıcı adalet açısından fark yaratmaktadır.

Ancak, toplumda dağıtıcı adaletin etkilerinin objektif hukuk kuralları olarak yer alması adil bir yaklaşım olarak görülmektedir.

Toplumda belirli dönemlerde neyin adil neyin adaletsiz olduğu konuları hakkında genel kanaat ve kurallar olabilir. Ancak bu kurallar zaman içinde yerlerini başka telakkilere bıraktıklarından istikrarlı bir adalet kavramının sürekliliğinden bahsetmek olanaksızdır.

Ahlaki ve hukuki değerler, sosyolojik ve psikolojik nedenler, adalet kavramının farklı mekanlarda ve farklı zamanlarda farklı değerlendirilmesine sebep olmaktadır.

Örneğin, Yunan ve Roma’da, insanların vatandaşlar ile esir ve köleler olarak iki grupta mütalaa edildikleri dönemlerde, vatandaşların özgür insanlar olarak felsefe politika, devlet işleri gibi işlerle uğraşmaya hakkı olanlar diğerlerinim ise onur kırıcı işleri yapmaları şeklindeki ayrımın olduğu bir dönemde ve mekânda adalet kavramına verilen değer ile özgürlüklerin beyannameler ile teyit edildiği demokratik toplumlardaki adalet kavramının mukayesesinin yapılması zordur.

Toplumlar geliştikçe, değer yargıları gelişip insanların toplum içinde belirlenmiş kurallara uyarak yaşamaları gereğinin anlaşılması adalet kavramından anlaşılması gereğinin de gelişmesine sebep olur.

Aristoteles’in, köleliği adaletin gereği olarak kabul eden zihniyeti ile J.J.ROUSSEAU nun insanların hür olduğunu temel alan görüşleri birbirine tamamen tezat teşkil etmektedir.

Adalet bireylerin temayüllerine göre de farklılık gösterir. Bu nedenle objektif niteliklere haiz ve toplumun bütün fertlerini ve kuruluşlarını kapsayan genel yararları içeren bir anlayış, olması lazım gelene yakın toplum ahlak ve hukuku olarak saygınlığı olan kuralların uygulanması sonucu adaletten bahsetmek mümkün olabilecektir.

1) GELİŞEN TOPLUMLARDA ADALET KAVRAMI VE UYGULAMASI

Uluslar savaşlar ve ekonomik çöküntüler sonucu uğradıkları zararların telafisi için halklarının refah seviyesini ve ahlak düzeyini geliştirmek yükseltmek eşitliği sağlamak açısından çok yönlü çalışmalar yapmak gereğini hissetmişlerdir.

Bunlardan uluslararası nitelikteki en önemlileri insan hakları evrensel bildirisi ile, insan hakları ve temel hürriyetleri korumaya dair sözleşme den bahsetmek adalet kavramına içinde bulunduğumuz dönem itibariyle açıklık getirmesi bakımından yeterli olacaktır.

  1. A) İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ

1945 tarihinde Almanya ve Japonya ya savaş ilan etmiş ülkeler ki  Birleşmiş Milletler anlaşmasını imzalamışlardır. (UNITED NATIONS) Türkiye’de II Dünya Savaşına girmediği halde Birleşmiş Milletlerde o dönemin güçlü devletleri ile yan yana olabilmek için Almanya ve Japonya’ya kağıt üzerinde savaş ilan ederek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 10 Aralık 1948 de Birleşmiş milletler Genel Kurulunda kabul ve ilanının müteakip 1949 da onaylamıştır.

İşbu anlaşmanın amacı özetle;

İnsanlık ailesinin  bütün üyelerinin saygınlığını ve onların eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada ,özgürlüğün ,adaletin ve barışın temeli olduğunu, İnsanlık haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevk eden barbarca elemlere sebep olduğunu, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların söz ve inanç hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın , insanın en yüksek amacı  olarak ilan edilmiş bulunduğunu, İnsanın zülüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için, insan haklarının hukuk düzeni ile korunmasının gerektiğini, Uluslararası  dostça ilişkilerin geliştirilmesini özendirmenin temel bir zorunluluk olduğunu, BM halklarının BM Antlaşmasında temel insan haklarına, insanın saygınlık  ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan inançlarını  bir kere daha ifade ettiklerini ve sosyal gelişmeyi kolaylaştırmaya daha geniş bir hürriyet içerisinde daha iyi hayat şartları oluşturmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunduklarını, Üye Devletlerin BM ile işbirliği yaparak insan haklarına ve temel hürriyetlerine bütün dünyada saygı gösterilmesinin sağlanmasına , ve bütün insanların özgür, onur  ve haklar yönünden eşit doğduğunu önemle belirterek iyi yaşama koşulları oluşturulmak istendiği bir bildiri oluşturulmuştur.

Böylece yukarıda belirtilmiş amaçlar hakkında karar veren Birleşmiş Milletler 10 Aralık 1948 tarihinde İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ adı verilen ve dünyada ilk kez tüm insanların gözetildiği, insanlar arasında ayırım yapılmadan, eşit hak, özgürlük tanınması için uluslararası resmi nitelikte bir belge olarak bu belgeyi kabul ve imza etmişlerdir.Ve üye devletler bildirideki tüm ilkelere uyacaklarına söz vermişlerdir.

Bu bildiride belirtilen amaçlar aslında, medeni ve yasalara saygılı devletin temel ilkelerini teşkil etmektedir.

Bunlar:

  • İnsan olarak toplumda sahip olunan özgürlük,
  • İnsanın diğer insanlarla eşit olması,
  • İnsanların toplum üyesi olarak bağımsızlığıdır.

Birleşmiş Milletlerce güdülen insan hakları evrensel bildirisindeki amaçlar, daha önce de çeşitli filozoflarca savunulmuş prensipler olarak bilinen hususlardır. Ancak bunların evrensel ve hukuken bağlayıcı nitelik kazanması 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile gerçekleşmiştir. Bu bildiri üye ülkelerin Anayasa ve Yasalarını etkilemiştir.

İnsanlık topluluğunun bütün bireyleri ile organlarının bu bildiriyi daima göz önünde tutarak, öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, gittikçe artan, ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek bizzat üye devletler halkları gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca fiilen tanınması ve uygulanmaları için bu insan hakları evrensel bildirisinin temel ilkelerinin özgürlük, eşitlik, güven, adalet olarak yoğunlaşmış olması önemlidir. Eşitlik, adalette eşitlik, eğitimde eşitlik, çalışma hakkında eşitlik olarak geniş kapsamlı adaletin zorunlu olarak uygulanması  amaçlanmıştır. Herkesin insan hak ve onuru ile bağdaşır nitelikte haklarda ve imkanlarda eşitliğe sahip olması adaletin varlığının kanıtıdır.Bu ilkelerin hatırdan çıkmaması ve üye Devletlerin uygulamaktan vazgeçmediği bir sistemin varlığı esastır.

 

  1. B) İNSAN HAKLARI VE ANA HÜRRİYETLERİ KORUMAYA DAİR SÖZLEŞME ( Avrupa Konseyi Sözleşmesi)

İşbu sözleşme Roma da 4.11.1950 tarihinde imzalanmış ve Türkiye de taraftır.

1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisini esas alarak Avrupa Konseyi üyesi Akid Devletler iş bu gayenin ülkelerinde her yerde tanınmasını ve uygulanmasını sağlamak amacıyla, imzalamışlardır.

Bu sözleşmenin ana gayesi Dünyada barış ve adaletin temelini teşkil eden ve sürekliliği için her şeyin üstünde olarak, bir taraftan gerçek demokratik bir siyasi rejim, diğer taraftan, insan haklarına müştereken saygı ve bu konuda ortak bir anlayışın esaslarına istinaden, bu ana hürriyetlere derin bağlılıklarını teyit ederek aynı düşünceyi taşıyan aynı ideal ve siyasi ananelere sahip olarak, özgürlüklere saygılı olarak, hukukun üstünlüğünü kabul ederek ortak bir mirasa sahip bulunan Avrupa devletleri hükümetleri sıfatıyla, Evrensel Beyannamede yazılı bazı hakların müştereken sağlanması için, önlemler almaktır.

İşbu anlaşmada belli başlı ADALET KAVRAMI ile yakından ilgili haklar ve hürriyetler nelerdir.

* Yasama hakkı

*  İşkence, gayri insani, haysiyet kırıcı ceza ve muameleye tabi tutulmak.

* Kölelik ve zorla çalıştırılmanın yasaklanması

*Kanunların uygulanmasında hakkaniyet ve aleniyet.

* Din, vicdan ve düşünce hürriyeti.

 

Sözleşmenin 6 Maddesi  Adil Yargılanma Hakkı ile ilgilidir.

Buna göre;

Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili  uyuşmazlıklar, gerek ceza hukuku alanında kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, davasının makul bir süre içinde, adil ve açık olarak  görülmesini isteme hakkına sahiptir. Hüküm açık olarak verilir, ancak demokratik bir toplumda genel ahlak kamu düzeni ve milli güvenlik gerekçeleriyle veya küçüklerin ya da davaya taraf olanların özel yaşamlarının korunması için gerekli olduğuna veya davanın açık açık olarak görülmesinin adaletin yerine getirilmesini zedeleyebileceği bazı özel durumlar da ,mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava sürecinde tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.

         Bir suç ile itham olunan herkes, suçluluğu yasal olarak kesinleşinceye kadar suçsuz sayılır.

         Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir.

  1. Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedenleri hakkında, en sısa bir zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek.
  2. Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak.
  3. Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutma için mali imkanlardan yoksun bulunuyor ve adaletin yerine gelmesi için gerekiyorsa mahkemece tayin edilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanabilmek.
  4. İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek ve savunma tanıklarının da aleyhindeki tanıklarla aynı koşullar altında hazır bulunmasını ve dinlenmesini istemek.
  5. Duruşmada kullanılan dili anlamadığı ya da konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından parasız olarak yararlanmak.

 

Sözleşmenin 7 Maddesi Kanunsuz Ceza Verilmemesi ilkesi ile ilgili hüküm koymuştur.

Buna göre;

 Hiç kimse işlediği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir eylem ya da ihmalden ötürü mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye suçun işlendiği zaman uygulanan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir eylem ve ihmalden suçlanan bir kimsenin yargılanması ve cezalandırılmasına engel değildir.

 

Sözleşmenin 9. Maddesi: Düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü  düzenlemiştir.

Buna göre;

Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak din veya kanaat değiştirme özgürlüğüyle tek başına ya da toplulukla birlikte ve alenen veya özel tarzda din ve inancını tören ve ayin veya öğretim ve uygulamalar ve dini ayinlere katılmak suretiyle açıklama özgürlüğünü de kapsar.

 

Din ve inançlarını açıklama özgürlüğü, ancak demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin gerekleri, kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlakın, yahut başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olan  ve yasayla konulan sınırlamalara bağlıdır.

İnsan Hakları Avrupa sözleşmesinin yukarıya aldığımız maddeleri çok açık ve net bir biçimde adalet eşitlik ile ilgili hükümleri belirtmiş ve başkalarının hak hukuk ve özgürlüklerini, güvenliğini etkilememek koşulu ile herkesin haklarını kullanabilme açısından özgür olduğunu hükme bağlamıştır. Sözleşmeyi imzalayan Devletlerin bu şartlara uyması kaçınılmazdır. Aksi halde ihlal etmiş olurlar ki bunun yaptırımları da vardır.

Sözleşmede önemli hususlardan biri veya en önemlisi, tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmada, cins, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, ulus veya sosyal köken, milli bir azınlığa mensupluk, servet, doğum esasına dayalı hiçbir AYIRIMA YER VERİLMEMİŞ OLMASIDIR.

Uluslararası nitelik taşıyan 1940 lı, ve 50 li yılların ruhunu açıklayan belgeler deki hükümler, daha sonra belirli konulara münhasır olmak üzere daha detaylı olarak uluslararası sözleşmelerde yer almıştır. Anayasalar, ulusal mevzuat bu hükümlere uygun hale getirilmiştir veya getirilmeye çalışmıştır.

Ortak bir adaletin uygulanabilmesini sağlanabilmek için halen mücadele edilmektedir. Tüm ulusların insan haysiyetine onuruna uygun, bağdaşır nitelikte yaşamasının sağlanması mücadelesi devam etmektedir.

Toplumda, toplumu yöneten kuralların bulunması mutlak bir adaletin varlığını ifade eder mi? Yanıt olarak hayır demek gerekmektedir.

Kural olarak, toplumda fertlerin serbest iradeleri ile kendileri tarafından veya seçilmiş temsilcileri marifeti ile uymayı peşinen kabul ettikleri kurallar konulması ve yönetim fonksiyonunun bu kurallara göre icra edilmesi, karine olarak adaletin sağlandığını açıklar. Adil adaletin gerçekleşmesini ummak için bunun böyle olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

Ancak şeklen kurallara uyulması maddi olarak da adaletin sağlandığını her zaman ifade etmez. Kurallara uyulduğu, hukuk uygulandığı halde adalet sağlanmayabilir.

Adli adaletin sağlanmasında hâkimin rolü Türk Hukuk düzeninde toplumun kabul etmiş olduğu kurallara uymaktır. Bu kurallara uyma zorunluluğu vardır, aksine uygulama anarşi demek olur. Yasalar böyle uygulamaları kabul etmez.

İşte bu nedenle adli adaletin tecellisinde hâkim ve hakem vicdanen farklı düşünse dahi şeklen uygulamakla yükümlü olduğu kurallar ile bağlı olarak vicdanına göre değil kurallara göre hareket etmek zorunda ve yükümlülüğündedir.  Aksi halde gerçek adaleti tecelli ettiremez başka deyişle adil bir hüküm tesis edemeyebilecektir. Adalet konusunda etik değerlere sahip olmak özgür olmak bir hâkim için çok önemli niteliklerdir. Faziletli olmak ve kendi menfaatini düşünmemek objektif olabilmek taraf tutmamak hakimlik mesleğinin ifasında kendini en fazla his ettiren niteliktir. Toplumda sulh ve sükûnun sağlanması için peşinen kabul edilmiş genel kuralların varlığı ve bunlara uyma zorunluluğu kaçınılmazdır.

Adaletin en önemli gayesi toplumun sulh ve sükûnunu sağlamak olup toplumun refahı için herkese şamil kuralların uygulanmasını mümkün kılmaktadır.

YASALARDAKİ HÜKÜMLER ADİL MİDİR?

ADALETİN TANIMI NASIL YAPILABİLİR?

 

Belirli bir toplumda belirli bir zaman dilimi içinde uygulanan yasalar o dönem itibariyle toplumun iradesi sonucu olduğu takdirde adil olduğu karinesi kabul olunur. Aksi halde sürekli olarak mevzuatın aykırılığını dermeyan etmek ve bunun mücadelesini vermek toplumun sürekli istikrarsızlık içinde yaşamasına neden olur.

Genelde adaleti, “fertler arasında hak ve özgürlüklerde menfaatlerde ve yasaklarda eşit şartların sağlanmasıdır” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu çok genel bir tanım olarak soruyu beraberinde getirir.

Öncelikle eşitlik ne demektir? Mutlak eşitlik adaleti sağlar mı yoksa adaletsiz midir? Bu kavramların felsefi açıklamasından ziyade maddi açıklaması daha kolay neticeye varmamızı sağlayacaktır.

İnsanlar eşit doğar kavramı, insanların haklara sahip olmada eşit olduklarını açıklar. Yoksa hakların kullanılmasında herkesin aynı hakkının olabileceğini düşünmek ve uygulamaya kalkmak mümkün değildir.

O halde adalet olarak açıkladığımız prensiplere ters mi düşmekteyiz.

Cevabı HAYIR ters düşülmemektedir. Çünkü insanların eşitliği bazı hakların kullanılmasında mümkün olduğu halde bazı hak ve menfaatlerde herkesin aynı şartları haiz olması mümkün değildir.

Örnek verirsek, herkes çalışma hakkına sahiptir. Anayasal bir kural olarak. Ancak herkes eğitimini görmediği bir mesleği icra edemez, o halde örneğin doktorluk mesleğini o eğitimi alan kimsenin icra etmesi mümkün olduğundan sadece o kimselerin bu hakkı vardır.

Herkese eşit ücret verilmesi en fazla adalet ile ilişkilendirilen  konuş olarak incelemeye değer.

Ücrette eşitlik, başka deyişle adalet, tüm çalışanların aynı miktar para alması şeklinde anlaşılamaz.

Bir işyerinde 500 işçi çalıştığını düşünelim, 100 işçinin çocuk, diğerlerinin erkek olduğunu varsayalım. Ayrıca 200 işçinin 30 yıllık, 50 işçinin 25 yıllık, 100 işçinin de bir yıllık, diğerlerinin de 5 yıllık işçi olduğunu farz edelim. Ayrıca bu işçilerin bir kısmının yüksek tahsilli, bir kısmının iki fakülte mezunu lisan bilen kimseler olduğunu, diğer bir kısmının lise ve ortaokul mezunu, bir kısmının meslek lisesi mezunu ve işyerinde iş konusunda diplomalı, diğer bir kısmının da ilkokul mezunu ve kalifiye olmadığını varsayarsak, bu işletmede işçilere eşit ücret ödenmesi gerektiği prensibini nasıl uygulamak gerekecektir?

Eşit ücret aynı nitelikleri haiz kimseler arasında ve aynı işi yapmaları ve kıdemlerinin de aynı olması halinde söz konusu olabilecektir. Farklı kıdemleri olanlar ve eğitim düzeyleri farklı olanlar aynı işi yapmakta olsalar dahi eşit ücreti almaları mümkün değildir. İşte adaletli olan bu kimselerin eşit ücret almaları değil durumlarına göre ücret almaları ancak kendileri ile aynı durumda olanlar arasında farklılık bulunmaması eşitlik gereğidir. Böyle bir uygulama adildir.

Örneği genişletirsek, kanunda kadınların gece çalıştırılmaları bazı iş yerleri bakımından yasaklanmıştır. Bunun sebebi kadınların korunmasıdır. Yoksa kadınlar ile erkekler arasında farklı iş imkanları getirildiğinden değil. Kadınlar ile erkekler arasında ücrette eşitlik ilkesinin yorumunda da aynı olgudan hareket etmemiz gerekmektedir. Aynı işi gören erkek ve kadın arasında ücret farkı gözetilemez. Ancak aynı işi görmekte beraber, kıdemleri farklı ise veya eğitim, tecrübe açısından farklılıklar varsa farklı ücret verilmesi gerekmektedir. Bu farkın cinsiyet ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

Neticeten insanlar arasında hak ve imkanların eşitliğinden kast olunan sübjektif şartlarına uygun olan hükümlerin uygulanmasında kendileri ile eşit olanlarla farklı uygulamaya muhatap olunmaması halidir.

Böyle bir uygulama adil olarak kabul edilmektedir. Aksine bir uygulama eşitliğe aykırıdır, dolayısıyla adaletsizdir.

Adaletten bahsedebilmek için sadece aynı zaman dilimi veyahut belirli bir zaman dilimi içinde fertlerin aynı kurallar gereğince hak ve menfaatlere ve özgürlüklere sahip olmalarının yeterli olup olmadığı konusunda da durmak gerekir.

Başka bir ifade ile değişen mevzuata tabi olarak şartları kazanmış veya aynı veya benzer vakıalar karşısında oluştuğu dönem itibariyle ülkede uygulanan kurallarda meydan gelen değişiklikler sebebiyle farklı hak ve imkânlara sahip olmak veya olmamak adalet midir?

Türkiye de bu tür uygulamalar çok sıklıkla gerçekleşmektedir. En belirgin örneklerinde bir tanesi de kıdem tazminatları bakımından söz konusu olmuştur. Birkaç sene arayla uygulanan farklı sistemler çalışanlar arasında farklı uygulamalara sebebiyet vermiştir. İstikrarsızlık adaletsizliği beraberinde getirdiğinden süreklilik arz etmeyen mevzuata tabi olmak fertlerin adaletsizlikle karşı karşıya kalmalarına sebebiyet vermektedir.

Adalet için istikrarın da şart olduğunu unutmamak gerekir. Bir ülkeye bağlılık, devlete güven, vatandaşlık bilincinin güçlü olması o ülkede uygulanan mevzuatın sübjektif adaleti sağlamasa da tüm herkese ve kadimden beri uygulandığı ve ileriye yönelikte uygulanacağına olan güven sebebiyle zihinlerde adil olarak kabul olunur. Herkesin her zaman aynı şartlara, haklara ve hürriyetlere sahip olması imkânı adaletin kendisi olarak kabul olunur.

SONUÇ:

Yukarıdan beri yapmakta olduğumuz gerek dini telakkiler sebebiyle ve gerekse bazı düşünürlerin adalet ilkesi ile ilgili açıklamaları ve uygulamada yasalardan kaynaklanan adaletin uygulanması ile ilgili örneklerden sonra söyleşinin başında belirtildiği gibi, mutlak sınırları belli bir adalet kavramından söz etmek mümkün müdür, sorusuna herhalde hayır cevabını vermek gerekecektir. Bu kavram ile ilgili objektif değer yargısı bulmak mümkün olamamıştır.

Özetlemek gerekirse adaleti sosyal adalet, dağıtıcı adalet, düzeltici adalet, tabii adalet, ilahi adalet gibi görüşlerle açıklamak sebebiyle ortak genel bir değer yargısı bulunamamıştır. Ancak ileri sürülen tüm görüşler adaleti açıklamak bakımından geçerlidir.

En azından toplumları yöneten kuralların tanziminde bu görüşlerin etkisi bulunmaktadır. Ahlaki telakkilerin toplumda adaletin sağlanmasında ve adaleti sağlamaya yönelik kuralların konulmasında büyük önemi vardır.

Ahlak ve etik insanların davranışlarını düzenleyen kurallardan, insanların ruhsal hayatları ve dışa yansıyan davranışları ile ilgilidir. Bu da adaletin psikoloji ile olan ilgisi bakımından önem taşımaktadır.

Ahlak kurallarının toplum içinde yavaş yavaş oluşması sebebiyle hangi davranışların veya hangi kuralların adaleti sağlayacağı yolundaki gelişmelerin hızı da buna paralel olarak gelişmektedir.

Sonuç olarak özetlemek gerekir se; hukuk kuralları olarak tanımladığımız ve toplumu oluşturan bireylerin kendi iradeleri ile veya temsilcileri marifeti ile iradelerini tecelli ettirmeleri sonucu gerçekleşen ve toplumsal düzeni sağlamak, fertlerin birbirleri ile olan ilişkilerini düzenlemek için oluşturulan kuralların varlığı ve bu kuralların uygulanmasının sağlanması ile çağdaş toplumlarda adaletin tecellisinin mümkün olabileceğini açıklamak gerekir.

 

Prof. Dr. Berin Ergin

 

Adalet kavramı ile ilgili Kaynaklar

Ayferi Göze –Siyasal Düşünceler ve Yönetimler

İlhan Akın – Kamu Hukuku

Giorgio Del Vecchio  – Hukuk Felsefesi Ist Ünv. Yayını

Yasemin Işıktaç –Hukuk Felsefesi

Recai Galip Okandan – Amme Hukuku

Tags:
error: Tüm içerik Hakları saklıdır.