Prof. Dr. Berin Ergin
BABİL ve HAMURABİ
Otuz kırk senedir karmaşanın sürekli olarak hüküm sürdüğü ve ondan önce de asırlardır çeşitli uygarlıkların kurulduğu, yıkıldığı, yağmalandığı, saldırıların, işgallerin gerçekleştiği MEZOPOTAMYA adı verilmiş topraklarda bir zamanlar hüküm sürmüş bir krallık ve kralından bahsedelim istedim.
Enuma Eliş destanında belirtilen ve gökyüzünden inen tanrının kapısı, sözcükleri ile açıklanan yerin adı BABİL’dir. Çağlar itibariyle hep talan olmuş, kalıntıları tesadüfen bulunmuş, günümüze ışık tutan birçok eserin yerinden çıkarılarak başka ülkelerin müzelerini süslediği tarih kalıntılarından kalanlar da bu yöreye düzenlenen operasyonlar ile yok edilmiş ve edilmeye devam olduğu yerde kurulmuş krallıktan söz edeceğiz. Nice başkentlerin yıkılıp gitmiş ve hiç hatırlanmadığı günümüzde, yok edilmiş olmasına rağmen asırlardır hiç hatırdan çıkmamış ve tarih sayfasından silinmemiş BABİL şehri ve krallığı nasıl oluyor da bu kadar uzun süre tarih sahnesinde kalmayı başarmıştır? Maddi varlığı çok uzun süre önce yok olmuş ve Mezopotamya’da birçok uygarlığın başkenti olmuş Babil ışığını halen nasıl sürdürebilmektedir? Dünyalıların saldırmaktan ve yok etmekten ve ele geçirmekten bir türlü vazgeçemedikleri topraklardaki uygarlıklara açılan kapı Babil ile ilgili bilgilere 1845 tarihinde İngiliz arkeologları tarafından bulunmuş yedi adet çivi yazısı ile yazılmış kil tabletlerden ulaşılmaktadır.
Şimdiki Irak ülkesinde bulunan ve asma bahçeleri ile meşhur BABİL’İ, kalıntıları da büyük tahribata sahne olduğundan, hayallerin süslediği tablolardan gözümüzde canlandırabilmekteyiz. Çok önemli bir uygarlık merkezi Babil Krallığı Mezopotamya’da ülkemizin güney doğusundan başlayıp hatta birçok haritada Kayseri sınırlarına kadar gösterilmiş, Suriye ve Irak ülkelerini içine alan, Basra Körfezine kadar uzanan büyük bir alanı kaplar. Bu bölge eskiden de şimdi de her bakımdan nedense çok önemli ve devletlerin ilgisinin üzerinden hiç eksik olmadığı bir yer olarak, gerek doğudan ve gerekse batıdan büyük devletlerin ele geçirmek yerleşmek istediği bir yer olma vasfını hiç yitirmemiştir.
Bu bölgede kalıntılar bağlamında tespit edilmiş olan ilk yerleşik kavmin Sümer medeniyeti olduğunu ve MÖ 3500 ler de kurulduğu belirtilmektedir. Sümerliler ve Akadlar ve ondan sonra kurulmuş bir takım şehir devletlerinin bulunduğu bu bölgede Sümerli şehirleri Agade ve Kiş olarak betimlenen şehirlerinin bulunduğu yer BABİL bölgesi olarak anılır. Akadlardan kalan tabletlerden anlaşıldığı üzere, Babil’in kimi bilgilere göre Sargın kimilerine göre Nemrut adlı Krallar tarafından kurulduğu belirtilmektedir. MÖ 2286 yılında dünyanın en büyük ve önemli bir kenti olarak tarih sayfalarında yerini almış, gerek mimari yapısıyla ve gerekse kültürü ve yasaları ile Mezopotamya uygarlığının mimarı olmuş Babil Krallığı çağının öncüsüdür.
Babil’in üzerinde kurulduğu Mezopotamya adı verilen mıntıka ile ilgili birkaç söz söylemek bu bölgede uygulanmış yazılı hukuk normlarının anlaşılmasına yardımcı olabilir. Hindistan ve Mısır ekseninde MÖ üçüncü binyıldan başlayarak kurulmuş uygarlıkların Mezopotamya’da ki Sümer uygarlığından etkilendiği, bulunan arkeolojik kayıtlardan anlaşılabilmektedir. MÖ 2500-1700 arasında Mezopotamya’daki göz boyayan uygarlık ne yazık ki, barbarların yağmalamasından kurtulamamıştır. Bu bölge sürekli siyasi ve askeri kargaşaların yaşandığı yer olmuştur. İleri bir uygarlık olan Sümer’in dili günlük dilden çıkarılmış yerine Akad’ca yazılı dil haline getirilmiştir. Sümer dili giderek okullarda öğrenilebilen ve ayinlerde kullanılan bir dil niteliğine bürünmüştür. Ancak Tanrıların Sümerce konuştuğuna inanıldığından dini iletişim için Sümerce yıllarca unutulmadan devam etmiştir. Mezopotamya zenginliği ve kudretinin merkezinde Sümer uygarlığı varken, Akad’lar ve ondan sonra da Babil Krallığına geçtiğini görmekteyiz. Ancak bu kaymalar bölgenin temelindeki sürekliliği uzunca bir süre bozmamıştır. 20. yüzyıla gelinceye kadar savaşlara sahne olmaya devam etmişse de günümüzde sergilenen savaşlar uygarlığın gerçekleştiği bu yerlere en ağır zararları vermiştir. Ağır silahlar birbirleri ile düello etmekte, insan kıyımı ise son haddine varmıştır. Çeşitli devletlerin düzenli ve/veya düzensiz orduları arasında gerçek sebebinin anlaşılması imkânsız bir savaş Babil’in harabeleri üzerinde sürmektedir.
Mezopotamya’da kurulmuş çeşitli dillere destan uygarlıklarda yasal düzenlemeler tanrı buyruğu olarak uygulanmıştır.
Tanrılar, tanrı ve insan karışımı olarak kötülüklere karşı savaşan ve yardımsever, insani duyguları olan kimlikler olarak imgelenmiştir. Tanrı-Kral hem toplumun dini gereksinimini ve hem de sosyal yönetimi gerçekleştiren kişi olarak hükümdarlığını sürdürmüştür.
Babil yaratılış destanında da Marduk adlı bir tanrı, evrenin yeni yöneticisi olarak simgelenmiş ve Mezopotamya kültürüne sihir oyunlarını sokan niteliği ile anılmıştır. Babil’in en büyük tanrısı sanını muhafaza eden Marduk’un farklı nitelikleri olduğu çeşitli araştırmacıların inceleme konusudur. Tanrısal niteliklerine ilişkin yorumlar yapılmış olan Marduk’tan Kuran’da da bahsedilir. Ünlü Babil Kulesinin Marduk’a ulaşmak için inşa edildiği de yapılan açıklamalar arasındadır.
Bölgede hep başşehir olarak yerini muhafaza etmiş Babil’in ünü en güçlü olduğu dönemdeki kralı HAMMMURABİ sayesindedir. Babil eski Sümer ve Akad devletlerinden gelen birçok kurum ve esasların devlet yönetimi kurallarının etkilerinin olduğu, yazılı hukuk düzenine sahip güçlü bir Krallık olarak MÖ 1850den 1550 arasında Hititliler tarafından ele geçirilinceye kadar hüküm sürmüştür.
Hammurabi Babil’i MÖ 1728 ila-1686 tarihleri arasında yönetmiştir. Hammurabi adının bulunmuş tablet yazılarında (h)am-mu-ra-bi şeklinde yazıldığı ve çeşitli şekillerde okunabilen bir isim olduğu belirtilir.
Babil kulesi ve özellikle asma bahçeleri her ne kadar gerçeğinin yansıdığı somut kaynaklar olmasa da söylencelere dayanan figür ve tablolar ile bu bahçelerin varlığı ve ünü günümüze kadar gelmiştir. Bunların hepsi Hammurabi’nin üstün dehasının mahsulüdür.
Hammurabi’nin ününün doruk noktaya çıktığı konu kanunları ile ilgilidir. İnsan hakları açısından eşitlikçi haklar olarak betimlenmesi mümkün olmasa da yazılı yasal düzenleme bağlamında ilk kanunlar olarak tarihe kazınmıştır. Hammurabi Kanunları günümüze kadar önemini sürdürmüş kanunlar olarak Babil’ in etkileyici ve öncü uygarlığını göstermesi bakımından çok önemlidir.
Siyasal bir hukuk düzeninin yaşamla birlikte sürekli var olduğu bu bölgede, kudretlerini makamlardan ve siyasal düzenden alan yöneticilerin egemenlik sürdürdüğü dönemlerden en etkili ve gelişmiş olanı Babil Krallığı’nın Hammurabi dönemidir. Bu dönemin devlet, hukuk, siyasi yöntemleri Asurlular, Medler Persler’ce de benimsenerek, uygulanmış ve günümüze kadar gelmiş ve etkilemiştir. Bu ilkelerin uygulamada kalmasındaki en etkin olay askeri güçtür. Rakip ülkeler ve devletler üzerindeki üstünlükler askeri güç sayesindedir. Düzenli askerin önemi anlaşılmış, meslekten asker yetiştirme yöntemi Asurlular tarafından da uygulanmıştır. Düzenli askeri birliklerin başarı için gereği ve asker içindeki disiplin, askerlikte yükselme yöntemleri akılcı bir biçimde kurallara bağlanmıştır. Ülkede haydutluk, tacirlerin ticaretini engelleyecek fiil ve eylemler askerler tarafından önlenerek cezalandırılmış ve toplumda düzen sağlanmıştır.
Farklı şehir devletleri veya imparatorlukların, krallıkların kendine özgü yasalarının hüküm sürdüğü bu topraklarda kurulmuş Babil Krallığı, ekonomik ve toplumsal gereksinmeler nedeni ile o topraklardaki Sümer ve Lipit-İstar yasaları yerine yeni bir yasayı Hammurabi döneminde uygulamaya koymuştur. Hammurabi Babil bölgesinde önemli bir güç meydana getirmiş ve Sümer’in tüm izlerini silerek şehir devletinden Babil Krallığını oluşturarak ulusal bir kimlik yaratmıştır. Din ve dil birliği ve güçlü bir siyasi birlik sağlanarak BABİL’in üçyüzyıl hüküm sürmesi mümkün kılınmıştır.
Hammurabi Kanununun ön ve son sözünde Hummurabi’ye krallık ve adaletin sağlanması yetkisinin Tanrılar tarafından verildiği, yer ve göğün tek hâkiminin Şamaş adlı tanrı olduğu ve onun emri ile adaletin ülkede yapılandırılabileceği belirtilmiştir. Marduk adına yapılan Esagila Tapınağın üzerinde Akatça yazılmış yazıda bu kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş olduğu bu nedenle bu hükümlerin tanrı sözü sayılması gerektiği yazılmıştır. Tanrı tarafından yetkilendirildiği kabul edilen Hammurabi için yarı tanrı olduğu ve elçi olduğu belirtilir. Dönemi itibariyle Hammurabi de hem devlet ve hem de dini yetkiler toplanmıştır.
Hammurabi Kanunları, eşitlikçi ve özgürlükçü olmaktan ziyade, aile yapısı ile ilgili, aile birliğinin sona ermesi, aile malları , zina, çocuklara ilişkin hükümler , çeyiz ile ilgili, miras hakkı, çocuk hırsızlığı, ticaret, esirler, kölenin hakları ,kölelikken azat, savaş ganimetleri, savaşta tutsaklık ve, hırsızlık, cinayet, askerler ile ilgili hükümler, askeri suçlar, tarım ilişkileri, mülkiyet hakkı, sözleşmeler ,ariyet, karz, meslek mensupları ile ilgili suçlar, cinsel suçlar, dini suçlar gibi bir çok konuda ki hükümleri ihtiva etmiştir. Bu dönemde köleliğin yasal bir zemine oturtulmuş olduğunu görmekteyiz. Esasen 18-19 yüzyıla kadar kölelik kurumunun uygulanmasında Fransız ihtilaline rağmen bir beis görmeyen ülkelerin varlığı, dayanağının ve etkilerinin Hammurabi kanunlarından geldiğini göz ardı edemeyiz.
Hammurabi Kanununda şedit cezalara yer verilmiş olması yanında, yargılama usulü, yazılı sözleşme, mücbir sebep, sözleşme ihlallerinde tazminat, haksız fiil, iyi niyet kötü niyet mülkiyet hakları, mirasçılık ve kadının mirasçılığı, sosyal güvenlik, ticaret hukuku, gibi birçok modern dünyanın çağdaş hukuk kurallarında yer alan hükümlerin var olması, son derece şaşırtıcıdır. Yalancı tanıklık ve yalan iddialarda bulunmanın cezalandırılmış olması, yargı sisteminde objektif kriterlerin yer almasını sağlayan bir olgu olarak akılcı bir sistemin varlığını sergilemektedir. Hammurabi, dünyada ilk belediyecilik, şehircilik sitemini geliştirmiş ve uygulamış, evlere numara verilmesi sokak isimleri konulması gibi ve polis teşkilatı, posta teşkilatı gibi sistemleri geliştirerek uygulamaya koyan kişi olmuştur.
Hammurabi kanununun birçok maddesi eksik olarak zamanımıza geldiği halde yine de etkilerinin devam etmiş bulunduğunu söylemek yanlış değildir. Yaklaşık iki metrelik silindir bir taş üzerine çivi yazısı ile yazılmış kanun 282 maddedir. Taşın tahribata uğramış olması nedeni ile otuzu aşkın maddenin okunması mümkün değildir. Bu kanunun Roma Hukukunu etkilediği yadsınamaz. Bugünkü Avrupa Hukuk sisteminin beşiği Hammurabi kanunlarıdır. Mezopotamya’da kurulmuş bu egemenlik, hukuk kurallarına saygı ile çağın en gelişmiş uygarlığına erişmiştir. Babil uygarlığının halen hatırlanması köklü bir kültür birikimine sahip olması nedeni iledir.
Babil bir kapıdır. Uygarlık kapısıdır, dinler tarihinin kapısıdır. Sosyal yaşamın gereklerinin yasal düzenlemeye konu olduğu uygarlığın kapısıdır.
Özellikle asma bahçeleri her ne kadar gerçeğinin yansıdığı somut kaynaklar olmasa da söylencelere dayanan figür ve tablolar bu bahçelerin varlığını ve ününün günümüze kadar gelmesini mümkün kılmıştır. Bunların hepsi Hammurabi’nin üstün dehasının mahsulü bulunmaktadır.