GLOBALLEŞME VE UTOPYA

ÜÇÜNCÜ DALGANIN ÇALIŞMA HAYATINA ETKİLERİ

        GLOBALLEŞME VE UTOPYA

                                                                                  Prof. Dr. Berin Ergin

                                                                                  I.Ü.Hukuk Fakültesi

                                                                                  Öğretim Üyesi

GLOBALLEŞME (KÜRESELLEŞME) NEDİR? ÜTOPYA İLE BENZERLİKLERİ VAR MIDIR? TÜRKİYE AÇISINDAN GLOBALLEŞMENİN ÇALIŞMA HAYATI ÜZERİNDEKİ  ETKİLERİ NEDİR? BU ETKİLER İN OLUMLU VE OLUMSUZ YANLARI VAR MIDIR? GLOBALLEŞME SÜRECİ REKABET PİYASASININ OYUNU OLARAK KAÇINILMAZ BULUNDUĞUNDAN NE GİBİ ÖNLEMLER ALMAK GEREKİR Kİ TÜRK ULUSUNUN ULUS BİLİNCİ YOK OLMASIN VE REKABET KOŞULLARI TÜM TÜRK TOPLUMUNUN YARARINA GELİŞSİN.

I          ) ÇALIŞMA İLİŞKİSİ KURALLARININ DİNAMİKLİĞİ

İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dünya ülkelerinde ve Türkiye de dinamizmini her dönemde muhafaza etmiş bir disiplindir. Çalışan ve çalıştıranları ilgilendiren sermaye ile ilişkili olan her şey dünya kurulduğundan beri toplumları ilgilendiren sorunlardır. Bu nedenle güçlünün zayıfı yönettiği ve gücüne güç katmak istediği  zamanımızın ekonomik toplumunda Çalışma Hayatı konuları her zaman gündemi işgal edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurulurken temel ilkesi ÇALIŞMAK olmuştur.

Her konuda çalışmak daima ileri gitmek ileri düzeydeki çağdaş ülke standartlarını yakalamak en büyük amaçtır. Buna ulaşmak için ulus devlet ilkesinden hareket edilmiştir. Güçlü bir devlet için ulus bilinci şarttır.

Ulus olmayan bir topluluk devlet olarak şekillenemez. Ulusal kimliği olmayan bireylerin ortak bir birliği beraberliği ,tarihi, menfaati, istikbali olamaz. Ulus bilincidir fertleri bir arada tutan, ortak çıkarlar, ortak ülkü birliği ancak ulus bilincinin olduğu yerde vardır.

Bir ulus,  ancak ülkesine , kültürüne törelerine , değerlerine bağlı olabilir.  Ulus niteliğinde olmayan hiç bir toplulukta bu değerler yoktur.

İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti  bu yüce ilkeler bir arada olarak ve insani değerlere önem verilerek kurulmuştur.

İnsan  ve insani değerler bir ulusun oluşmasında en başta yer almaktadır. Her şey insan içindir.

Bu nedenle ülke fertlerinin refahının, mutluluğunun, güveninin sağlaması için tüm ulus olarak çalışmak gerekmektedir. Bu çalışma düzeninin de bilinçli olarak  toplumsal gereklere ve objektif kurallara bağlı kalınarak  hukukileştirilmesi asıldır.

Fertlerin mutluluğu, ülkesini, yaşadığı toplumu sevmekle başlar ve en önemlisi maddi ve manevi bütünlüğünü sağlamak için güvenli bir çalışma hayatı  şarttır.

Fertler, yaşadıkları toplumda kendilerini yöneten demokratik kuralların biçimlenmesinde, insan haysiyet ve onuruna yaraşır bir biçimde yaşamlarının sağlanabildiği  hukuksal yapılanmayı isterler.

Toplumda bütünlüğün sağlanabilmesi için,  ulusal birliğin, egemenliğin ve özgürlüğün temeli olan, istikrarlı ,  ve katiyen keyfi bir değişkenlik içermeyen ve her türlü ayırımcılıktan uzak, laik hukuk kuralların varlığı gereklidir.

Bu nedenle açıklamak gerekir ki, fertlerin mutluluğu ,eşitliğe dayalı maddi ve manevi çıkarlarının özgür bir toplum içinde sağlanması ile mümkündür. Bunun için en başta kişinin hoşnut edilmesi gerekmektedir. Fertlerin mutlu olması hoşnut edilmesi,  bir  işlerinin olması ve çalışma hayatında aktif olmaları ile mümkündür.

İnsanlar  hem iş üreterek ve hem de bundan gelir elde ederek mutlu olurlar. Bu nedenle çalışma hayatı, işçi ve işveren ilişkileri, toplumda en önemli ilişkiyi teşkil eder. Bu ilişkinin düzenlenmesinde ülke yönetim sistemi etkindir. Her ülke kendi  Devlet yönetim biçimine uygun bir sistem içinde çalışma hayatındaki ilişkiyi düzenleyen kuralları belirler.

Ancak burada önemle üzerinde durmak gerekir ki, iş ilişkisinin boyutları ulusal sınırları aşmış bir ilişki olarak uluslararası normlarla biçimlenmektedir. Bu yapı giderek daha etkin bir biçimde ülkelerin kurup üye oldukları uluslararası veya uluslar üstü  organizasyonlar ve konferansların aldığı kararlar veya koyduğu kurallar ile bütünleşerek değişikliğe uğramakta ve ulusal niteliği giderek kaybolmaktadır. Başka deyişle iç hukuk kuralları uluslararası normların etkileri ile şekillenmektedir.

Tüm bu yapılanmalar nedeniyle Çalışma Hayatına ilişkin kurallar dinamikliğini hiç kaybetmemektedir. Sürekli bir gelişim ve oluşum içindedir.

İfade etmek gerekir ki, uluslararası kuralların iç hukuk kuralı haline gelmesi ve ülkeler arası benzer hükümlerin uygulanması hususu , ulus devleti yok edecek nitelikte olmamak ve bir ülkenin kültürünü ,ulusal kimliğini yok etmediği ölçüde kabul edilmelidir.

Bunun aksi   bir uygulamanın varlığı halinde,  ulus devlet bilincinden uzaklaşma  ve ortak  ulusal değerlerin yitirilmesi, bir  ülkenin  yok olması ve ulusal kimliğin  kaybolması sonuçları doğar ki,  Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olunur atasözünü akıldan çıkarmadan uluslar üstü  kuralların uygulanması sevdasının ayarını bulmak ve ulusal kimliğe uygun bir uyarlama yapmak temel alınmalıdır.

Teknolojik gelişmelerin en etkin bir biçimde kendisini hissettirdiği alan çalışma hayatı olduğundan , çalışma ilişkisi kuralları zorlanmaktadır. Rekabet yarışında koşabilmek için uluslararası boyutlarda ve benzer nitelikte normlar gerekli olmaktadır.

Bu durum çalışma koşullarında, işçi işveren ilişkilerinde yeni uygulamaları  ortaya çıkarmaktadır.

Çalışma ilişkisi yanları işçi ve işveren ;  normal düşüncede olan ve konservatif yapıda bulunan, yeniliklere kapalı kişilerin zorlukla anlayabildikleri veya hiç anlayamadıkları, hızını takip etmek kendisini anlamaktan daha zor olan ; son yılların TEKNOLOJİK PATLAMASI  karşısında, kendilerini  buna uydurmaya çalışmaktadırlar.

Çalışanların üretenlerin, ve çalıştıranların bu yeni ufuklarda nasıl bir yapılanma içine girecekleri çalışma  hayatının ne denli dinamik olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma hayatının dinamikliği değişkenliği, çalışan ve çalıştıran ikilisinin maddi çıkarları açısından klasik anlatımında şimdiye kadar bir değişiklik getirmemişti. Ancak bundan sonraki yapılanmada gerek çıkarlar açısından ve gerekse bu yapılanmanın hukuki statüsünde bir çok değişiklikler olacağı kesindir.

Türkiye bunu görmekte midir? Görmekte ise buna hazırlanmak için öneriler var mıdır? Bunu zaman ve Devleti yönetenlerin politikası gösterecektir.

Ancak unutulmaması gereken bir ana konu vardır. Çalışma ilişkisi sermaye ve bunun karşısında sermayenin kullanılması ve çoğaltılması için gerekli olan emek ikilisinin ahenkli olmasını sağlamak  gerekmektedir.

Bu ikilinin dengesinin bozulması insani değerlerin yok olması ekonominin insan için olduğunun unutulması yaratılmak istenen sistemin yıkılmasının baş nedeni olur.

Bu nedenle yeni bir yapılanma gerekli ise mutlaka  insanın suje olduğu unutulmadan ve çalışma ilişkisinde emeğin kullanılması biçimi, yeri, zamanı, gereklilik oranı, emeğin korunması emek sahibinin sosyolojik ve psikolojik durumu gibi bir çok yönünün düşünülerek insanı nesne olarak görmeyen  bir sistem gereklidir. İşte  tüm bunlar çalışma ilişkisinin toplumun gündemi sürekli  işgal etmesi sonucunu doğurmaktadır.

Neden bu değişiklikler oluşmaktadır. Şimdiye kadar alıştığımız ve asırlardan beri süre gelen çalıştıran ve çalışanların birbirleriyle klasik tarzdaki mücadelelerine ne oldu? Bitti mi? Klasik yöntemlerle ve insanoğlunun şimdiye kadar uyguladığı kurallarla, üstelik uğruna savaş verdiği  örgütlendiği ve koyduğu sistem içinde  artık bu ilişkiyi çözmek mümkün değil midir? Tarafların hak ve menfaatlerinin mevcut sistem içinde çözülmesi olasılığı yok mudur?

İnsanların çalışanların mutluluğunun sağlanması için  alınması gerekli yeni önlemler var mıdır?

Teknolojinin bu denli ilerlemesi sonucunda ,insanların çalışarak ve bir işlerinin olacağına inanarak güvenerek yaptıkları eğitim ve öğrenim sonucunda özgür iradeleri ile kendilerinin seçeceği işlerde ve iş alanlarında çalışmaları mümkün olacak mıdır?

Yoksa güdümlü olarak önerilen işleri mi yapacaklardır?

İşverenler de özgür olacak mıdır? Sermaye istediğini yapabilecek midir? Sermayenin garantisi var mıdır? Sermayeyi yönlendiren görünmez eller mi vardır? Sermaye karşısında emeğin garantisi nedir? Ne olacaktır?

İşte bunlara belki cevap arayabilmek ve doğruları bulmak için  GLOBALLEŞME ve   ÜTOPYA üzerinde durmak gerektiğini gördük.

II         )  GLOBALLEŞME (KÜRESELLEŞME)

A         ) KAVRAM

Kelime [1]olarak son dönemlerin modası bu kavram son onbeş yılda daha çok kullanılmaktadır.Ancak çok yeni bir kavram olmadığı açıktır. Reformcu solu 1945 lerden beri tehdit eden bir  kaç yıldan beri de Türkiye’de konferansların seminerlerin konusunu teşkil etmiş, olan globalleşme (küreselleşme) herkesin ağzında olan gündemden düşmeyen ve bir çok kitaba, makaleye habere konudur.[2]

Evet globalleşme ile ne anlatılmak istenmektedir?

Globalleşme top yekunlaşma demektir. Birleşme bir olmak ,total anlamındadır. En son total ,en son toplamı ifade eden bir kelimedir.  Her şeyi kapsayandır. Nitelikli ölçünün esas alınmadığı bir totallik söz konusudur. Başka deyişle elma ,armut, pirinç, pamuk, bilgisayar, çimento, demir nitelemesi artık yoktur.

Globalleşmenin  Türkçe karşılığı olarak kullanılan Küreselleşme ise yuvarlak karşıtından türetilmiştir. Küre yuvarlak, top demektir. Glob kelimesi de yuvarlak demek olup,  global kelimesi ile eş anlamlı değildir. Global toplam demektir. Türkçe’de sözlük anlamı ile yapılmış çeviri doğru değildir. Ancak her toplum yeni kurumları açıklamak üzere kulağına hoş gelen kelimeleri kullanmaktadır. Bu nedenle de küreselleşme kelime olarak globalleşmenin karşılığı değilse de kulağa hoş geldiği için kullanılması yadırganmamıştır.

B         ) GLOBALLEŞMENİN TANIMI VE AMACI

Asrın yapılanmasına yön vermesi hedeflemiş Globalleşmenin kısa ve öz tanımını vermek gerekirse,

GLOBALLEŞME DOST VE DÜŞMANIN BİRLİKTE YARIŞIDIR.[3]

Dost ve düşmanın birlikte ekonomik  yarışı olan GLOBALLEŞME toplumun yararına mıdır? Bu yarış top yekun bir yarış mıdır?

Globalleşme global midir?[4] Yarışın katılımcıları önceden belirlenmiş midir? Yoksa toplumun gözünü boyama prosedürünün yeni adı mıdır?

Gelişmiş ekonomik ülke tanımlamalarına göre  ; globalleşme ile kast olunanın;

Ülkeler arasında ekonomik, politik, sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayırımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi , farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerinin açıklanması, ülkeler arası ilişkilerin artması, maddi ve manevi değerlerin ve bununla ilgili birikimlerin ,ulusal kültürün ülke sınırlarını aşarak dünya çapına yayılması , olduğu [5] belirtilmektedir.

Bu açıklama insanların, toplumların, ulusların karşılıklı iyi niyetle ilişki içine girmeleri birbirlerinin kültürüne, inancına saygılı olmaları, hoşgörülü olmaları, birbirlerini ekonomik açıdan desteklemeleri , ekonomik rekabetin yaratmış olduğu ideolojik çarpışmaların  soğuk savaşların sona erdirilmesi gibi fevkalade yüksek insanı değerlerin düşünüldüğü bir sistem olarak takdim edilmektedir.

Uluslararası işbirliği, sosyal, ekonomik, teknolojik,kültürel değerlerde karşılıklı alışveriş  ortak kural ve düşünce sistemi, ortak yapılanma, ortak politik sistem, demokrasi, insan hakları, din, ahlak, laiklik, çevre bilinci gibi konular hakkında evrensel kuralların uygulanması gerektiği hususu ,üçüncü dünyanın amacı olarak ortaya çıkarılmıştır.

Şimdiye kadar uluslararası uygulamada alışılmış olan  Devletler  arasında politik ekonomik ve askeri ilişkilerde klasik ölçüler içinde, işbirliği çerçevesinde rekabet edilmekte idi. Aynı şekilde ulusal boyutta da  işletmeler, ve işyerleri birbirleriyle rekabetlerini klasik yöntemler içinde  gerçekleştirmişlerdir. Bireyler arasında da her konuda sürekli bir yarışma olup, ekonomik menfaatlerin çarpıştığı bir uygulama toplumun kuralları ile bir düzene bağlanmıştır.

İnsanlığın var olduğundan beri tüm kurallar her konudaki mücadelenin zararsız sonuçlarla ve toplum yararına, objektif esaslarla gelişmesini sağlamak için konulmuştur. Üçüncü dünyaya kadar klasik yöntem çeşitli ideolojilerle farklılaşmalar sergilemişse de,hepsi ulusların ve bireylerin ekonomik menfaatlerinin ve rekabetinin düzenlenmesine yönelik olmuştur.

Yapılmakta olan mücadele, maddi menfaat mücadelesidir. Uluslararası boyutta bunun adı da eskiden SOĞUK SAVAŞ tı[6].

Soğuk Savaşın nedeni; teknolojik, ekonomik ,siyasal, kültürel, ve sosyal  açıdan güçlü olmak ve şuur altında her şeyi ben kontrol edeyim , ekonomik ve politik alanda her şey benim elimin altında olsun , başkaları kontrol etmesin zihniyetinden kaynaklanan uygulama sonucudur.

Soğuk savaşın üçüncü dünyada yeri kalmamıştır, mücadele esasları değişmiştir. Değişim zorunlu olarak kendisini her sektörde hissettirmiştir. İş ilişkileri klasik yöntemlerle hatta uluslararası normlarla getirilmiş ve çağdaş nitelikli , ülkelerin iç hukuk kuralları olarak kabul edilmesi için yıllarca mücadele edilmiş kurallar artık terk edilmek durumundadır.

Bir devrim yaşanmaktadır. Bu devrim REKABET içindir,rekabette sonsuzdur. Sonsuz rekabeti sağlamak için yeni alışılmamış kurallar gereklidir. Değişim gereklidir.Sermaye yapısı , üretim biçimi, pazarlama biçimi, muhasebe sistemi, alım satım sözleşmelerinin yapısı, şekilleri, kuralları, rekabet biçimi, işçi işveren ilişkilerinin yapılanması ,komünikasyon ,devletin fonksiyonları, görevleri, devletin üretimdeki etkinliği ,hasılı HERŞEY değişmek durumundadır.

Bu değişimde insanları bilgisayar etrafında kümelenmiş sürüler, veya elektronik çobana bağımlı sürüler olarak tanımlamak[7], aslında  yanlış olmayacaktır.

Globalleşmenin temelinde emperyalizm olduğunu[8] unutmamak gerekir. Bu açıdan bakıldığında 19 asır emperyalizminin bugünkü adı ve bugünkü gelişmiş boyuttaki  teknolojiyi  ekonomiye uyarlanma ve refah düzeyinin arttırılması çabalarının adına GLOBALLEŞME dendiğini görürüz.

Geriye baktığımızda sanayileşme süreci, teknolojik patlamanın başlangıcı, zengin ülkelerin fakir ülkeleri sömürmesi, ulusçuluk bilincinin doğması,devlet sistemlerinde büyük değişiklikler, ve arkasından savaşlar, zengin ülkelerin ekonomik durumlarının sallanmasını görmekteyiz. Tüm bunlar, yeni arayışları gerektirmiş ve ütopyaların oluşması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Batı, savaşlarla darmadağın olduktan sonra ve Asya’nın yeni şekiller alması sonucunda,  eşitlikçi, ve demokratik görünüp aslında tüm insanlığa hitap edecek nitelikte olmayan ve  sömürü düzenin hakim olduğu bir sistem içinde olmak üzere, ekonominin yükselen trendini düşürmeden tüketimi sağlayacak faktörleri hazırlanmayı amaçlanmıştır.

Geri kalmış halkları ve ulus bilincine sahip olmayan toplulukları hakimiyeti altında tutarak ekonomik bağımlılık içinde bir sistem geliştirmek amaç olmuştur.

Ekonomik açıdan gelişmekte ve az gelişmiş  ülkeler ile bir işbirliği içinde olarak, onları tüketim toplumu haline getirmek için IMF ve Dünya Bankası[9] kaynaklı yatırımlar özendirilerek, içinde eşitlik, insan hakları, hukukların harmonizasyonu, kültür alış verişi gibi cazip bir senaryo ve ilizyonlar GLOBALLEŞME ADI ALTINDA PİYASAYA SÜRÜLMÜŞTÜR.

Bu bir Utopya mıdır?

Soğuk savaşın ardından ortaya atılmış yeni sistem Sosyal Ütopya mıdır?  İlizyon mudur? Bu sistemin kuralları uzaktan incelendiğinde kulaklara hoş gelmektedir. Ancak rekabet kulvarında  koşabilmek için son derece güçlü bir devlet ve istikrarlı bir ekonomik ve hukuki  yapıya ihtiyaç olduğu kaçınılmazdır. Sistemin yıkıcı etkilerini yok edecek anti sistemler gereklidir. Böyle bir sistemi olan  ülke görmek de bugün için çok zordur.

Şayet bu yeni yapılanma tanımındaki gibi birlik için ,sosyal demokrasi, sosyal bir yapılanma için çalışsa idi,  ve sermaye için birleşme değil ,sosyal yapılanma için birleşme  mücadelesinin gerekli olduğunu savunsaydı, globalleşme bugün  başka bir değer kazanacaktı. Globalleşmeye karşı olan tezler üretilmeyecek ve anti tezlerin olmadığı bir ortamda yapıcı bir nitelikte olmak üzere ,globalleşme sistemin yıkıcı etkilerine karşı önce önlemler alınmak için çalışılabilecekti. Bu gün için sadece Amerika’nın globalleşmenin olumsuz sonuçlarına karşı koyabilecek[10]güçte olduğu söylenebilir.

Tüm dünyaya internet teknolojisi ve dijital ses sistemi, videolarla ticaret ve finans entegrasyonunu yenilikleri de  teşvik ederek sağlayabilen tek ülke Başkenti Washington’da olan Amerika’dır. Şimdilik yardımsever görünümde iyi huylu bu süper güç, zenginliği, varlığı sağlam bir temele oturtmayı istediğini belirtmektedir.

Globalleşmenin savunucuları ; başka alternatif yok insanların mutluluğu, açlığın ortadan kaldırılması, gelişen ve gelişmekte olan teknolojiden tüm insanların yararlandırılması için bu sistem zorunludur demekle beraber şimdiye kadar ki uygulama emir kumanda zinciri içinde ve ülkenin kamu şirketi gibi yönetilmesine varan, ve ulusal hakimiyetleri zayıflatan ulus devletin karşısında olan bir düzen[11] içinde sistemin yayılmasını sürdürmektedirler.

Oysa yine globalleşme olabilir ve fakat insanların birbirleri ile dayanışma içinde oldukları, eşitlikçi ve demokratik esasların hakim olduğu, ulus devletin yok olmadığı, toplumların benliklerini kendi kültürlerini koruyarak gelişmelerinin mümkün olabileceği bir globalleşme sistemi yerleştirilebilirdi. Tabii gerçek amaç insanların refahı mutlu yaşaması ve fakirliğin açlığın son bulması ise!

Globalleşme şimdiye kadar, sermayenin elinde ve onun lehine gelişen bir sistem olarak çalışmaktadır.

Soğuk savaşların galipleri ki,  uyduların olmadığı, ulaşımın ancak parasal gücü olanların elinde olduğu dönemlerde,  ekonomik gücü elinde tutmuş olanlar, birdenbire kendilerini güçsüz ve çaresizlik içinde görmüşlerdir. Bunun için bu eski güçlülerin bir şeyler üretmesi gerekmekteydi. Yeni ütopyalar uygulamaya geçirilmeliydi. Kaçınılmaz gelişmede yine etkin olabilmek için yarattıkları soğuk savaşların yerine başka bir ilişki ,bir sistem koymaları zorunlu idi , yeni savaşın adı niye Ekonomik İşbirliği olmasındı! Pazar olacak ülkeleri seçmek ,onları incelemek, kendilerine yardımcı olacak güçleri bilinçli veya bilinçsiz olarak gütmek programın bir  diğer parçasıydı.

Asya Ülkelerine bir göz atalım, ekonomik yardım ne yapmıştı? İşsizlik ve açlığın eşiğindeki Asya ülkelerinde ucuz maliyet ile yaratılmış ekonomik canlılık orada yükselen ekonomik bir güç oluşturmuştu, aynı zamanda ,arkasında kimin olduğu bilinmeyen finans sektörünün inanılmaz yükselişi ve  bunun karşısında sanayileşmiş olmasına ve ileri teknolojisine rağmen batı ülkelerinin zayıflaması yeni sistemleri gerektirmiş,ve Asya kaplanları olarak bilinen Devletlerdeki bu ani yükseliş, onların düşüşünü hazırlamıştır.

Ekonomik işbirliği bir yana bırakılmış onların kalkınması haysiyetli bir yaşam sürmeleri fakirliğin ezilmişliğin sona ermesi senaryoları birdenbire yok olmuş ve Asya Kaplanları, globalleşme çağının  ilk global finansal krizin öncüleri olarak  iflas etmişlerdir[12] veya ettirilmişlerdir. Her şey domino taşı gibi düşmüştür. İşçiler sokağa bırakılmıştır. Ancak bir süre sonra hammadde fiyatlarda meydana gelen artışlar nedeniyle ekonomik açıdan gelişmiş olan ülkelerin teknisyenleri globalleşme sisteminde Asya ülkelerinin gerekli olduklarını görerek, çarklarının işletilmesine karar verilerek  uygulamaya başlanmıştır.

Bu globalleşmenin ne getirip ne götürdüğünün ilk gerçekleşmiş  örneğidir.

C) SOĞUK SAVAŞ  VE GLOBALLEŞME KARŞILAŞTIRMASI [13]

Globalleşme, soğuk savaşın yapısından farklı olarak  çok daha karmaşık nitelikte karşımıza çıkmıştır. Globalleşme ulusal sınırları aşmış ve uluslararası sınırlarda hakimiyetini sürdürme niteliğini kazanmıştır.

Soğuk savaş sadece bu savaşla karşı karşıya bulunan ülkelerin sorunu iken, globalleşmede fertler bile mensup oldukları ülkeleri ve devletleri sebebiyle bu sistemin içine girmektedirler.

Soğuk savaşta dostlar ve düşmanlar vardır. Komünizm ve kapitalizm fikirlerinin çarpışması soğuk savaşın ortaya çıkmasını hızlandırmış ve dünyayı kamplara bölmüştü. Komünist kamplar, batı kampı , tarafsızlar bloğu olmak üzere fertler devletlerinin hangi kampta olduğuna göre bir tarafın içinde bulunmaktaydı.

Soğuk savaşın teknolojisi olarak şimdi nasıl yok edileceği  ve tehlikelerinin bertaraf edilmesi mutlak gerekli olan nükleer silahlar vardı. Nükleer silahları yapmak satmak muhafaza etmek soğuk savaşın tekniği  ve gücü idi.

Endüstriyel gelişme yine amaçtı ancak bu büyümede gücü elinde tutanlar, nükleer silahı üreten ve satanlar büyüyordu. Soğuk savaş her şeyi hal edememiş olmakla beraber bir çok konuya yön vererek, endüstriyel yapılanmayı hızlandırmış ve teknolojik gelişmenin bugünkü boyutlara gelmesinin nedeni olmuştur.

Soğuk savaşta sorulan soru hangi tarafta olunduğudur. Oysa globalleşmede ne ölçüde herkesle ilişki içinde olunduğu ve modeminizin ne kadar hızlı olduğu sorusu sorulmaktadır. Soğuk savaşta misillemenin ağırlığı konuşulur oysa küreselleşmede alım satım anlaşması en önemli ilişkidir.[14]

Globalleşmede denge unsuru çok önemlidir.Bu denge ulus devlet ile global Pazar arasındadır.  Bu global pazarda milyonlarca yatırımcı, parasını sermayesini dünyadaki bilgisayar tuşu ile gezdirebilmektedir. [15]Bu işlemlerin ülkeler üzerinde çok büyük etkisi bulunmaktadır. Hükümetlerin düşmesine varacak boyutta etkindirler. Bombalar ile ülkelerin yıkılması devri kapanmıştır. Para piyasalarına indirilen bombalar ile ülkelerin istikrarına son vermek zayıflatmak  ve yok etmek mümkündür.[16]

Bu nedenle, globalleşen dünyada  dostlar ve düşmanlar artık aynı kulvarda  birlikte yarışmacı haline gelmiştir. Hep birlikte ipi göğüslemek için koşulmaktadır.Kim ipi göğüslerse ödül  onun olacaktır. Ancak öyle bir yarış ki hiç bir zaman bitmesi mümkün değildir. Sonsuz yarışta yarış sırasında kazanmakta olanlar ile kaybetmekte olanlar belirlenebilmektedir.

Globalleşme uluslararası bir sistem olarak soğuk savaşın tam tersi  ve kendine özgü kuralları olan ,bölünmüş dünyada, korku ve fırsatların olduğu bir alanda bir birlik inşa etmek isteyen, uluslar üstü bir sistem olarak dünya meselesidir.[17]

Globalleşme ile mutlu huzurlu sevgi dolu ve bir işi olan ailesini geçindirebilen, kimseye muhtaç olmayan saygınlığı olan insan şeref ve haysiyetine uygun yaşayabilen bir insan olmak için, maddi ve manevi çıkarların sağlanabildiği ortamlar yaratılabiliyor mu ? Bu ütopya hayata geçirilebilir mi?

Bunları açıklamadan önce biraz gerilere gidelim ve ÜTOPYA kavramından hareketle onun anlamını ve sosyal ütopistlerin toplumu nasıl hayal ettiklerini ve bugünkü globalleşme mimarları ile benzerlikleri var mı yok mu biraz inceleyelim.

D) UTOPYA KAVRAMI VE UTOPİST AMAÇLAR

Kavram olarak Utopyanın[18] U harfi Latincede olumsuzluk halini yokluğu  açıklamaktadır..  Topos ise  mekan ,yer belirlemek için kullanılır.  İkisi birlikte Utopus = hiçbir yerde olmayanı açıklamak için kullanılmıştır. Latin kökenli dillerde U OU- EU olarak kullanılarak çeşitli şekillerde kullanılmış ve Eutopia, iyi yer güzel yeri Utopia ise , hayal edilip gerçekleşmesi istenen yer şeklinde felsefe ve edebiyat alanında kullanılmaktadır. Bu kavram ile sosyal açıdan  açıklanmak istenen şunlardır:

Tarih boyunca insanlar, yaşadıkları devirlerde, savaşların, açlığın, eşitsizliğin, ahlak çöküntüsünün büyük boyutlarda olduğu toplumlarda yaşamak zorunda kalmışlardır.Özgürlük ve mutluluk hayali ile insanlar ömürlerini tüketmişlerdir.  İnsan haysiyet ve onuruna yaraşmayan nitelikteki yaşam, kölelik, iş ilişkilerindeki  belirsizlik, işçinin sömürülmesi emeğin sermaye karşısında değerinin olmaması, sınıf farklılıkları, nedeniyle düşünürlerin ve edebiyatçıların ideal bir toplum yaratma arzusu ,en iyi bir devlet sistemini bulma gayretleri sayfaları ,kütüphaneleri doldurmuştur.İyiyi güzeli doğruluğu gerçeği arayan bir çok düşünür kendi hayallerinin ve akıllarının elverdiği ölçüde  bir çok sistem önermişlerdir.

Amaç, özlem ve hep hayal edilen ; ideal bir yönetim biçimi içinde mutlu, özgür, maddi ve manevi hak ve yararları sağlanmış bireylerin olduğu bir toplumdur.

Şimdi de vaat edilen bu değil mi?

UTOPYA kavramı ile  olumlu[19] ütopistler özlemlerini ve  düşündükleri hayal ettikleri bir yeri, bir topluluğu, bir ülkeyi anlatmak istemişlerdir.

Örnek vermek gerekirse Platon’un Devlet adlı yapıtında anlatmak istediği bir ideal devlet vardır. Kendisine göre toplumun nasıl olması gerektiğini anlatır. Devleti yönetenlerin aile kurumundan uzak olmaları ve  yargıç ve asker olmaları gerektiğini hayal etmiştir. İdeal toplumu aileyi ve devlet yönetimini olumlu olacağı inancı ile biçimlendirmiştir. Ancak hiç bir zaman evrensellikten bahsetmemiş kapalı bir toplum etrafı çevrili mekanları hayal etmiştir., Utopia adlı yapıtın yazarı Thomas More , Utopia adlı bir ada hayal etmiş aileyi bu adada yetiştirmeyi amaçlamış, tek eşliliği hayal etmiş sınıf farkı gözetmemiş, üretim ve tüketim ekonomisini düzenlemiş özel mülkiyeti yasaklamış tarımın önemi üzerinde durmuş ancak tüm bunların gerçekleşmesini bir adada hayal etmiştir.           Diğer bir düşünür Campanella ise yine nasıl  ideal bir toplum olması gerektiği üzerinde düşünen ve ömrünü hapishanelerde geçirmiş, toplumcu görüşten ve devrimci ilkelerden yola çıkarak,  Güneş Ülkesi hayal etmiştir. Onun utopyasına göre, halkın mutluluğu için tüm malların ortak olması yanında lüks tüketim de gereklidir. Devletin güçlü olması ekonomiye bağlıdır, bu nedenle üretim çok önemlidir. Çocuklar toplumda önemli yeri işgal eder, ve ona göre  toplumun malıdırlar. Anne ve babalarını tanımamaları gerektiğini ,hayal etmiş ve savunmuştur.

Karl Marks da ideal devleti ve ekonomik sistemi hayal etmiş kurallar koymuş ve olumlu olacağına inandığı ütopyalarını sergilemiştir. Bu örnekler olumlu utopyolar olarak hayallerin sergilenmesidir.

Özellikle 1700 lerden itibaren düşünürler,[20] yaşadıkları toplumdaki eksiklik ve yanlışları dile getirmek üzere ve reform olarak hayal ettikleri yenilikleri model olarak sunmaya çalışmışlardır.Bu eleştiriler dinsel nitelikli olmaktan , vaaz vermeye, vergi reformuna ,krallık, eyalet, devlet yönetimine, sağlık, askerlik gibi konulara varan bir yelpazede açıklanmaya çalışılmıştır. Hep insanlar için özgürlük, sağlıklı ve mutlu bir yaşam hayali ile  iyi bir dünya hedeflenmiştir.

Sosyal utopistler, ideal bir toplumun, ideal bir yönetimin ve insanların mutlu olduğu, eşitlikçi bir refah düzeyinin bulunacağı yerleri hayal etmişlerdir.

Hayal edilen nedir?

Özellikle sosyal ütopyacılar, suçun olmadığı, ayaklanma olmadığı, savaş açlık, salgınların, hastalıkların olmadığı, zorbaların bulunmadığı, yoksulluk ve zenginliğin ,gösteriş ve kendini beğenmişliğin, düzenbazlık ve hırsızlığın, olmadığı. bir toplum hayali içindedirler.

Bu toplumda insanlar birbirlerini sevmektedir.Zengin fakir ayırımı olmadığı inanların eşit çalıştığı başka deyişle fakirlerin çok zenginlerin hiç veya az çalıştığı bir toplum düzeni yoktur. İnsan sevgisi tüm tutkuların üzerindedir. Beden ve ruh sağlığı tehlike altında değildir. Herkes kendine uygun ve istediği işlerde çalışmaktadır. Hiç kimse kendi gücünü aşan işlerde çalışmak zorunda kalarak mutsuz olmamaktadır. Her şeyde aşırılıktan kaçınılmaktadır.

Bu bağlamda ideal Devlet sistemi oluşturmak istenmiş ve nasıl bir sistem olursa insanların mutlu olabileceği hayal edilmiştir. Tüm istenen dostluğun pekiştirilmesi olup, insanlar arasında toplum yararının her şeyin üzerinde olması amaçtır.  Bireysel menfaatlere üstünlük tanıma gereğinin olmadığı bir sistem bulma arayışı sürüp gelmiştir.

Utopistler, devlet sisteminin oluşmasında öyle kurallar koymak  istemektedirler ki, gerek dini otoritelerin ve gerekse zenginlerin toplumda malların , paranın birikmesinde ,toplum yararına hareket etmeyerek, kötülük kaynağı olmalarını önleyecek kuralları düşünmüşlerdir. Hilelerin, para dalaverelerinin, bencilliklerin, düşmanlıkların olmadığı, şeref ve haysiyetin hakim bulunduğu, vicdanların rahat olduğu bir sistemi aramışlardır. Bunun için herkesin kendi gücü ve kabiliyetinin de inkar edilemeyeceği ,hiç kimsenin bir diğerinin hakkını yemeyeceği bir toplum hayal edilmiştir.

Herkesin kendi yeteneği, becerisi bilgisi, görgüsüne göre başarı sıralaması yapılır. Hiç kimse eş dost hatırı ile özellikle Devlet yönetimine getirilemez.Herkes kendine uygun görevi alır. Kardeş akraba,eş gibi faktörler bu düzende bir yerlere gelebilmek için kullanılamaz.

Olumlu utopistlerin bir çok görüş ve hayali yönetim sistemlerinin, ekonominin temeli teşkil etmiştir.

Ütopyaların insanların hepsi düşünülerek tüm toplum için mutluluk getirdiğini iddia etmek yanlış olur.Ütopistler hep belirli bir zümreyi belirli bir toplumu ve sayıları da belirlenmiş topluluklarda mutlu ,refah içinde rahat bireyler hayal etmişlerdir. Ayrıca her insanın dünyaya bakış açısı ve yaşamdan beklentileri de ,inançlarına , kültürüne, bilgisine eğitimine ve bilinçlenmesine bağlı olarak farklı olacağından ütopistlerin hayalleri tüm insanlığı kapsayacak nitelikte katiyen olamaz. Burada ütopistlerin ütopyalarını ve neden hayata geçirilme olasılıklarının olamadığını felsefik boyutta incelemeyeceğiz. Ancak her hayal edilenler doğrular olarak kabul olunamaz. Utopyaların bir kısmı  gerçekleşmiş olsa dahi utopyalar  sadece belirli kişilerin mutluluğuna hizmet etmiştir.

Ancak burada açıklanması gereken hususu şu dur ki, ütopistlerin ortaya koymuş oldukları sistem ne olursa olsun bunlar ,toplumdaki bireylerin kendi düşünceleri ve arzuları değil ancak hazırlanmış paketlenmiş programlardır.  MÖ. de, MS. da hayatiyete geçirilmek istenen sistemler hazır program içinde sunulmaktadır.

Bir yanda  toplumu yönetmek isteyenler ve gücün ellerinde olmasını isteyenler ve yaşadıkları toplumu şekillendirmeye çalışanlar  ile diğer yanda

kendilerine sunulmuş kuralları uygulayan ve bu çarkın içinde nedenini niçin’ ini  sorgulamadan uzun vadede ne getirip ne götüreceğini düşünmeden yaşayanlar bulunmaktadır.

Toplumu sarsan ,zarar veren uygulamalara öncülük eden karanlık çağın felsefeleri ile, siyasi bedeli pahalı olan bir takım cehalet ve kaba kuvvet gösterilerine dayanan ve sınıf farklılaşmasını körükleyen çıkar ilişkisine dayalı sistemler, kendi sistemlerinin kuralları ile yıkılmaya mahkumdurlar.

Bugün sergilenmekte olan globalleşme adı altındaki uygulama da belirli uluslara hizmet ettiği sürece evrensel olarak nitelendirilemez. Vaat edilen ve hayal ettirilen mutluluğun sağlanması Utopyadır.[21]

III       ) GLOBALLEŞMENİN HEDEFİ VE SAVUNUCULARI.

Türkiye açısından ele alındığında dostlarımız ve düşmanlarımız Türkiye’nin yeni bir kimliğe bürünmesini istemekte ve tavsiyelerde bulunmaktadırlar.

Bu nedenle Türkiye ağır eleştirilere muhatap edilmektedir. Özellikle çalışma ilişkisini düzenleyen yasalar açısından Hükümetin bir dizi önlem alması mevcut yasalardaki hükümlerin globalleşme hızına uyamayacağı, ilerlemenin mümkün olamayacağı, hızlı hareket edilmezse sistemin içinde yer alınamayacağı eleştirileri, Devletin , Hükümetin kafasını son derece karıştırmış bulunmaktadır.

Bu yeni kimliğin, ekonomik açıdan güçlü olmamızı sağlayacağı, Dünya Pazarında yer almak için gerekli olduğu güzel bir paket içinde sunulmakta ve ispat edilmeye çalışılmaktadır. Dostlarımız ve eski düşmanlarımız rekabet piyasasında Türkiye’nin söz sahibi olması için, ne gibi ve hangi mevzuat içinde  önlem alınması konusunda   kararlarını  peşinen vermişlerdir.

Güçlü Devletler ne istemektedirler. Döviz mal ,sermaye piyasalarının serbestleşmesi, haberleşmenin en son teknoloji ile donatılması,özgür basın, başka deyişle her istediğini yazabilen bir basın ve toplumda sürekli yenilikleri ülkelerine  alma bilincinin yerleşmesi ve ekonomik gelişmiş ülkeler üretiminin, yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde  pazarlama olanaklarının yaratılması.

Ekonomik açıdan gelişmemiş ve ücretlerin düşük olduğu ülkelerde tüketim sektörü yoktur veya azdır. Bunların kalkındırılması gerekir. O halde bu ülkelere yatırım yapılması kredi verilmesi konusu gündeme gelmektedir. Bunların şartları vardır. Yabancı sermayenin rahat dolaşması ve geri gitmesi için hiç bir engel olmayacaktır. Cebine para giren halkın parasını cebinden almanın ince yolları nasıl bulunacaktır?

İşin perde arkası bu olan globalleşme, çağa damgası vurulan teknolojik gelişmenin toplumlar tarafından benimsenmesine de sebep olmuştur.

Toplum teknoloji ile tanışmakla uluslar birbirlerine açılmışlardır. Fertler birbirleriyle internet vasıtası ile görüşerek kültür alış verişinde bulunabilmekte , dostluklar pekişmektedir. Hatta internet iş piyasasında iş bulma imkanını da yaratmaktadır. Haberleşme ile ülke sınırları açılmıştır. Birbirlerinin ülkesine vize nedeniyle rahat gidemeyen ulus fertleri internetle bu ülkeleri dolaşabilmekte ve dünyada teknolojinin getirdiği her türlü yeniliği izleyebilmekte ve öğrenebilmektedirler.

Görünüşte gerçekten bu gelişmeler çok önemlidir.Dünya devleti olmak için gereklidir.

Ancak adı globalleşme olan bu yeni oyunun bir bedeli var mıdır?

GLOBALLEŞME ULUSLAR İÇİN YENİ BİR TEHLİKE MİDİR? Globalleşmeyi kimler istemektedir? Neden istemekte ve savunmaktadır? Amaç nedir? Neden anonimleşme, neden taransnasyonelleşme, neden homojen pazar gücü ? Bu sistemin mimarları kimdir? Hedef nedir?  .

Yeni oyun Globalleşme ekonomik ve teknolojik açıdan gelişmiş ülkelerin hedefidir.Globalleşmenin mimarları ulusların yıkılmasını ,ulus bilincinin yok olmasını istemektedirler [22]ve bunu da  bir hak olarak görmektedirler. Globalleşmenin karşısında hep zayıf devlet aranır. Öyle ki görevleri aza indirilmiş etkinliği ve özellikle ekonomik hayatta söz sahibi olmayan bir devlet en ideal devlettir.

Ulus zihniyetinin tamamen çökmüş olması aranır. Toplumda ulus bilincinin olmaması ve kültürü ile bağımlı bulunmaması esastır. Din bir çok kere ferdin ulus bilincinden koparılması ve  tek başına bırakmak için yöntem  olarak kullanılır.

İnsan sürüsünü yönlendirme görevini üstlendiklerini zanneden mimarlar, gerek ekonomik bakımdan ve gerekse yönetim zafiyeti açısından çökme durumunda olan ülkeleri , yönetme yetkisini ellerine aldıkları ve iyileştirme programını uyguladıklarında bunların her açıdan şeffaf olmasını ve kendilerine rapor vermesini ,her zaman her  konumda diledikleri şekilde bilgi alma haklarının bulunduğunu hissettirmektedirler. Globalleşme mimarları, paket program uyguladıkları ülkelerin yetkililerinin  her istenileni yapabilecek bir zafiyet içinde bulunduklarını dahi söylemekten çekinmemektedirler.[23]

Bu sistem güçsüzleşmeyi beraber mi getiriyor? Küçük, zayıf toplumlar yeni teknolojiden yararlanamayanlar zorlanmakta mıdır? Bu kültür ve kimlik yıpranmasının sebebi mi olacaktır? [24]

Kültür erimesi aslında sadece globalleşme ile ortaya çıkmış bir sorun değildir. Kültürlerin başka kültürler içinde erimesi onlarla karışması sanki kendi kültürleri imiş gibi toplumda kabul edilerek uygulanması tarih boyunca gerçekleşmiştir. Yabancı kültürün nasıl bir diğer kültür içinde eridiği ve sindirildiği anlaşılamadan kültür değişimi gerçekleşebilmektedir.

Globalleşme teknik ve ekonomik sosyal entegrasyon olarak, zayıf ekonomileri, güçsüz kimlikleri ve kültürleri olan toplumları deformasyona uğratacaktır. Eurobond, eurobürokrat, eurodollar, europarlemento, gibi tanımlarla yeni kimlikler ortaya çıkmaktadır,  globalleşme başka alanlara da kayıp kültür ve kimlik yitirilmesine sebebiyet verecek midir?[25]

Burada başka  bir tehlike daha ortaya çıkmaktadır?

Globalleşme ekonomileri güçlü ülkeler yaratmakla kalmayacak,  başka deyişle , eko güçlü bireylerin de varlığına sebebiyet vermeyecek midir? Süper güçlü bireyler devletler üstü olamazlar mı? Globalleşmeye kızıp kendi çıkarları doğrultusunda insanlığa zarar veremezler mi?  Kim bunlara engel olacaktır. Soğuk harb sıcak harbe dönüşürse fert ve ulus devletlerin taraf olduğu bir ortam oluşursa bunun çözümleri getirilmiş midir?

Örneğin Afganistan’da yaşayan Osama bin Laden gibi , veya bilgisayar bozucuları gibi, Website hırsızları[26] gibi topluma zarar verenler için ne  gibi önlemler alınmıştır?

Bunlar ekonomistlerin, hukukçuların eğitimcilerin tarihçilerin sosyologların, ve daha nice bilimcilerin araştırması gereken konulardır.

Herşeye rağmen açıklamak gerekir ki, Globalleşme üçüncü dünyanın kaçınılmaz sonucudur. Ancak globalleşme  insana değer verildiği ölçüde  var olacaktır.

Globalleşmenin  birlikte getirdiği sorunlara ilişkin çözüm taşları yerine konulmadıkça sistemin başarılı işlemesine imkan yoktur.

IV       ) ATATÜRK İLKELERİ AÇISINDAN GLOBALLEŞME[27]

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken ilkeli ve sürekli bir sistemin yaratıcısı da olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olacağını söylemekle nesillere bir mesaj vermiştir.Bu mesaj kurduğu devletin temel ilkelerinde yatmaktadır. Bu ilkeleri meydana getiren temel taşlarının yerinden oynatılmaması ve fakat medeniyet alanında çağın gerisinde kalmamak  da benimsetilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, 10 yıl Söylevinde,[28] Sömürgecilik ve elkoyuculuk yeryüzünden yok olacak ve yerine uluslar arasında hiçbir renk ,din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı egemen olacaktır. Demiştir.

Bu açıklaması ile Mustafa Kemal Atatürk, gelecek yıllarda uluslar arasında bir işbirliği olacağını, renk din dil ırk farkı gözetilmeyeceğini ve bir uyum çağı geleceğini belirtmiştir. Bu beklenen işbirliği gerçekte insanlara mutluluk getirecek bir birlikteliktir. Belirli ülke vatandaşları için birliktelik değil tüm insanlar için düşünülmüş bir işbirliği olarak mesaj verilmişti. Bu mesaj, globalleşme çağı olarak tanımlanan bu dönemde nasıl yorumlanmalıdır? O devrimini gerçekleştirirken emperyalizmin sömüremeyeceği bir devleti düşünmüştür.Bunun için de  ulus devletin süreklilik için kaçınılmaz olduğunu bilerek insana değer verilen ve  “insanını ucuz emek olarak gören bir görüşle “[29]sistemini kurmamıştır.

Unutmamak gerekir ki globalleşme demek devletin ekonomiden elini çekmesi demektir. Devlet küçülmek sureti ile ekonomide serbestliğin önünü açılacaktır.Ulusal sınırların yok olacağı ve insanların eşit olacağı düşüncesi ile ulus bilincinin yok edilmesi fikri ile Atatürk’ün prensipleri bağdaşmamaktadır.

Türkiye’de ulus fikri Mustafa Kemal ile oluşmuştur. Türk toplumunun ümmet olarak yaşama olgusundan çıkarılarak vatandaş olarak yaşamasını mümkün kılan bu ideal ile bugünlere gelinmiştir. İleri bir toplum olmak  için ulus olarak yaşamak gerektiğini her zaman açıklamıştır.Özgürlük ve bağımsızlık için savaş vermeyi bilmeyen ulusların yaşama hakkı olmadığını söyleyen[30] ATATÜRK, birliğin ulusal devlet ile kazanılmış olduğunu insanların kimlik bilincine varmaları ile bir geleceğe sahip olunacağını ve BEN TÜRKÜM diyebilmenin önemini bilmiş ve sistemini ona göre kurmuştur. Atatürk’ün ulusculuğu birleştirici olup bağnaz değildir. Ulusal bir politika gütmenin bir ülkenin varlığının koruması [31] için kaçınılmaz olduğunu vurgular. Uluslararası politikada yabancı devletlerin bir ülkenin iç örgütü ile ilgilendiğini, başka başka ve birbirleriyle bağdaşmayan toplulukları tek sınır içine almanın ,iç örgütü çürük yapacağını, güçlü bir yapı için sağlam bir düzen içinde özgür olarak insanların  yaşamasını istemiştir. Bu sistem içinde oluşturulmuş Atatürk Türkiye’sinin, dünya ekonomisinin uluslararası banka ve global bir tekelin gölgesi altında yaşamını sürdürebilmesi nasıl mümkün olabilir ?

Dünya ekonomisi uluslararası finans kuruluşlarının elinde  yapılandırılmakta olup, hedef ulusal ekonominin imha edilerek yeniden yapılandırılması ve global bir ekonomik sistem içinde ülkelerin sürüyü yöneten tarafından kredi alma sistemi içinde denetlenerek belirlenen yola sokulması ve sürekli borçlanmanın arttırılarak iyice borç batağına batırılmasıdır. Kredi alan ülke talep olunan reformları  yerine getirmek için faaliyet göstermektedir. Kredi veren  kredi alan ülkenin tüm bakanlıklarında yapılan reformları denetlemektedir. [32]

Globalleşme mimarları dünya platformunda düzenledikleri yarışta yarışacak yarışmacıları belirleyerek kendi çıkarları doğrultusunda ütopyalarının gerçekleşmesi için, önce kredi vermekte, kredi verdikleri uluslardan istikrarlı bir yönetim istemekte, bütçe disiplinini öngörmekte ve bütçe açıklarının küçük tutulmasını istemektedirler ki,  hedeflerindeki bu ilk aşamada önerilen hususlar özlenen bir toplum düzenidir.  Ancak ikinci aşama ulusal paranın ortadan kaldırılmasıdır. Para değerinde ani düşmeler ,temel maddelerin fiyatlarındaki ani artışlar , kamu personelinin işten çıkarılması sonucunu doğuran , işsizliği beraberinde getiren makro ekonomik  felaket, ulusun devlete karşı güvensizliğinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bundan sonra serbest bir yapısal değişim içinde Merkez Bankasının ele geçirilmesi, ülkenin finansmanının istikrarsız hale getirilmesi, devlet yatırımlarının çökertilmesi,fiyatlarda serbesti, özelleştirme, bankacılıkta kuralsızlık, gibi bir çok sorun ülkenin sömürülmesi düzeninin yerleşmesine neden teşkil etmektedir.Bunlar Atatürk’ün kurduğu Türkiye’sinin sistemi ile bağdaşmamaktadır. Ancak Atatürk de bir birliği ve beraberliği ulusların birlikteliğini savunmuştur. Anca globalleşmedeki birliktelikte ulusal birliktelik yok edilmemektedir. Atatürk Türkiye’sinin kuralları ise globalleşme mimarları için engel teşkil etmektedir.

Özellikle engel teşkil eden unsurların yok edilmesi gerekmektedir.  Ülkenin açık ve ucuz  pazar haline getirilerek tüketim toplumu olmasını sağlamak amaçtır. Yabancı sermayenin dolaşımının garantili bir sistem içinde yapılandırılması ve geliş ve gidişinin serbest olması ve sermaye gelen ülkenin ekonomisini ve politikasını denetlemek veya idare etmek  bu sistemin kaçınılmazı sonucudur. Reçete vermek sistemi üzerine kurulmuş prosedürün Atatürkçü düşünce ile uyuşması mümkün değildir.Atatürkçü düşünce sistemi içinde bir ulusun gelişmesi ve serpilmesi için kendi  kültürel ,tarihsel ve toplumsal birikim doğrultusunda  kalkınması gerekmektedir.[33] Bir ulusa yabancı sistem içinde gelişmesi için program yapmak , o ulusun gelişmesini mümkün kılmaz. Atatürk bu ülkede ulusa ve bireye yönelik modeli ile insana değer veren bir sistem gelişmesine çalışmıştır.

Kalkınma planı ulusa ,halka ,ulusun, halkın çabasına , ülkenin birikimine dayanmaktadır. Bu işi başarmada ülke insanına güvenir , onu onurlandırır.[34] Globalleşme zenginin daha zengin olacağı, işsizin iş bulma şansının hiç olmayacağı, çalışanların ise mevcut işlerini muhafaza etmek için daha fazla gayret sarf edecekleri, bir tünele girilmektedir. Serbest piyasa ekonomisi tüm değerleri tehdit   etmektedir. Globalleşmenin

Ütopya olarak iyi yanları gözlemlenmektedir. Ancak  açıklamak gerekir ki, en iyi yönetim sistemi olan demokrasi insanların vazgeçmemesi gereken bir sistem olarak fertlerin mutluluğunun sağlayabilmektedir. Demokrasinin kurallarından ödün vermemek asıldır.

Güçlü bir kamu sektörün varlığı ekonominin dengelenmesinde önemli bir unsurdur.Güçlü devlet ,güçlü kamu sektörünün varlığını gerektirir. Bu modası geçmiş bir bir uygulama olarak algılanmamalıdır. Devletin küçültülmesi ile bir ülkenin büyümesi mümkün değildir.[35]

Rekabete önem veren globalleşmede karlar arttırılmakta ancak insana değer verilmemektedir.Devletin görevi sosyal adaleti sağlamak ve insanlığa hizmet olduğuna göre, [36]görevlerini ihmal etmemesi asıldır. Globalleşme sistemi içinde devletin görevleri ona unutturulmaktadır.

Globalleşme mimarları güçlü hükümetlere karşı olup, özel çıkarların kamu çıkarlarından daha önemli olduğunu görüşündedir.Hükümetlerin içite ve dışta kontrol güçlerinin azaltılması hedeflerin başındadır. Bu işlemler yapılırken piyasa ekonomisi ,demokrasi sözcüklerinin kullanılması suretiyle yapılmaktadır.[37] Sermayesini dolaştıran hür girişimciliğin mimarları her şeyi serbestlik adına yapmaktadırlar ve bu serbestiyi de ancak kurallardan arınmakla gerçekleştirebileceklerini bildiklerinden nüfuz ettikleri ve kendileri için iyi Pazar olarak gördükleri ülkelerin kurallarını iyileştirme adı altında serbestleştirme yoluna giderek kuralsızlığı kural haline getirme yöntemlerini, bilinçli veya bilinçsiz olarak niteleyebileceğimiz  kimi liberal ekonomistleri ve emperyalizm karşısında olan kimi insan hakkı savunucularını etkilemek ve gerçekleri çok iyi kamufle ederek utopyalarını beyinlere yerleştirmek için çalışmaktadırlar.

Bunlar Atatürk düşüncesine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilelebet payidar olacaktır sloganına aykırıdır.

Ancak globalleşmenin bir çok olumlu yanlarının olduğu da kaçınılmazdır. Dost ve  düşmanın birlikte yarıştığı bu yarışta önde olabilmek  ve sömürülmemek için bir takım kurallar vardır. Bu kuralları uygulayarak reçetelere kendini kaptırmadan alınacak önlem ve kararlarla yarışta her zaman önce koşmak mümkün olabilir. Ferdin ülkesini yönetenin kendi devleti olmasından daha büyük mutluluk olamaz, dünyayı uluslarüstü şirketlerin ve bankaların yönettiği bir uygulama fertleri ne kadar mutlu edebilir ki.

V         ) GLOBALLEŞME VE ÇALIŞMA İLİŞKİSİ

Tanımını ve amacının açıklamaya çalıştığımız globalleşme ile güdülen siyasada en önemli engel ülkelerin çalışma ilişkilerini düzenleyen mevzuatın ekonomik entegrasyonda istenen sonuçların elde edilmesini sağlayamamasıdır. Rekabet ve refahın arttırılması amacına erişmede sömürgecilik içgüdüsünün kamufle edilerek mutlu varlıklı eşitlikçi, özgür çalışma hayatı sunmayı vaat eden zihniyet, çalışma ilişkisi bakımından yeni yapılanmayı istemektedir.

Böylece Çalışma Hukuku dinamikliğini sürdürmeye devam edecektir. Yeni yapılanmaların  ulusal Devlet ve topluma zarar vermeden işlemesi için ve yararlı sonuçlar elde edilmesine yönelik hükümlerin getirilmesi için çalışmalar yapılmak durumundadır.

Globalleşmenin kendine özgü kuralları bulunmaktadır. Ekonomik rekabetin sağlanmasında hiç bir engele tahammülü yoktur. Şeffaflık en önemli aracıdır. Bu nedenle İş Hayatını yönlendiren kuralların kendi sistemi ile çatışmaması asıldır. Bunun için özellikle köhnemiş sistemlere karşıdır. Katı kurallara karşıdır. Esnek bir çalışma hayatını, gerçek anlamı ile çalışmanın her türlü şarta bürünebileceği bir sistemi gerekli görür.

Globalleşmenin mimarları her değişen dalgaya göre yeni bir uygulama yeni bir sistem geliştirme içinde olduklarından sürekli gelişen teknolojiye uygun çalışma biçimlerinin yerleştirilmesini önerirler. Çünkü amaç, dünyayı dolaşan sermayenin güvenliliği ve  rekabet kulvarında en hızlı koşabilmenin imkanlarının yaratılmasıdır.

Ancak çalışma hayatında globalleşme sisteminin yürümesi için  engebelerden birisi de , Dünyadaki ekonomik kriz insanları iş bulmak ümidiyle göçe zorlamasıdır. Bu göçler ulus içinde olduğu gibi uluslararası boyutta da  yapılmaktadır. İşsizlik düşük ücretle çalışma zorunluluğu, mavi ve beyaz yakalı işçiler bakımından taleplerde değişkenlik, bilgi, enformasyon, üretim ve yönetim tekniklerindeki inanılmaz değişiklikler, işçi için iş bulmayı imkansız hale getirmektedir.Çalışanlar iş bulma amacı ile sermayenin dolaşım hızına hiç de eşit olmayan bir tempo içinde dolaşma azmindedirler.

Belirtmek gerekir ki; özellikle  kırsal kesim yaşayanları işsizlik , eğitim imkanlarının ,sağlık hizmetlerinin olmayışından dolayı büyük şehirlere uzun bir süreden beri göç etmekteydiler. Vasıfsız insan göçü haberleşme teknolojisine , TV, ve diğer telekominikasyon ve ulaşım araçlarının gelişmesine paralel olarak  daha da artmıştır. Böylece köylerde ki tarımsal yaşama  modeli , metropollerin varoşlarına taşınmıştır. Kırsal kesim bireyleri  yöresel  yiyeceklerini, mallarını  yaşamak için önce bir gösteri hüviyetinde yaşadıkları yerlerde sergileyerek satmaya başlamışlar  ve daha sonra da sıra dışı çarpık nitelikte ticaret yapmaya başlamışlardır. Daha sonra bu taşıdıkları kültür çevre ile karışarak yabancılığını gidermiştir. İş arayan ve bulmak için her  yolu deneyen kırsal kesim bireyleri ucuz emek arzı ile kanuna aykırı biçimde iş bularak çalışmalarını sürdürmüşler, ve çalışma ilişkisinin tüm kurallarını vasıflı işçiler aleyhine bozmuşlardır. Varoşların yeni sakinleri  ucuz işçilik taliplisi olarak iş piyasasına girmişlerdir. Çalışma hayatının düzeni ve büyük mücadelelerle elde edilmek istenen haklar  alt üst edilmiştir. Bu kural tanımazlar Yasa hükümlerini işlemez hale gerek, işveren kimliğinde ve gerekse işçi kimliğinde olmak üzere getirmişlerdir.  Türkiye’ de bu tür çalışmalara politik nedenlerle göz yumulmuştur. Böylece vasıfsız işçi kervanı çığ gibi büyüdüğü gibi, hiç bir temele dayanmaksızın kurulmuş küçük işletmeler de hangi konu ile iştigal ederlerse etsinler, rekabet piyasasında yer almaya ne yapısal ve nede üretim teknikleri ve ne de hukuki nedenlerle girmeye hak sahibi değillerdir. Ancak bunlar globalleşmenin getirdiği esnekleşme prosedürü açısından bir kambur teşkil edeceklerdir. Yok olmaya mahkumdurlar.

Globalleşme tamamen vasıflı işçinin ve vasıflı işin, organize işin ileri teknolojinin ürünü işin yapılacağı ve aranacağı bir sistemdir . Üçüncü dalga dönemi olarak artık tamamen bilgiye dayalı çalışma geçerlidir. Buna uyamayan veya uymamakta direnen hiç bir işletmenin yaşama şansı olmayacaktır.

Vasıfsız, bilgisiz, kültür deformasyonuna uğramış, eğitimsiz ve yaşam koşulları yokluk içinde olan bireyler, globalleşmenin mimarları için hiç de dikkate alınacak  kesim değildirler. Çünkü artık bir çok kavram sözde kalmaya mahkumdur. Hızlı bir devir başlamıştır. Her konuda rekabet edebilen performansı olan ayakta kalabilecektir.

İnsan hakkı olarak çalışma ve insan gibi yaşama hakkı   sosyal devlet sloganları globalleşme sisteminde artık önemli değildir. Kurala uymayan her şey terk edilmeye mahkumdur. Geride kalacaklardır. İşyeri ,işletme, işveren, işçi herkes top yekun bilgi çağının gereklerini yapmak zorundadır.

Ancak bu globalleşmenin mimarlarının istediği her türlü değişikliği yapmak ülkenin bütünlüğüne aykırılık teşkil eder.  Anayasa  hükümlerini hiçe saymak olduğu gibi iç hukuk kuralı haline gelmiş uluslararası andlaşma hükümlerine de aykırılık teşkil edecek şekilde haklar getirilemez.

Özellikle Globalleşme ile bireylerin yasalar ile korunmuş haklarının hiçe sayılacağı, müktesep haklarının yok farz edileceği  bir uygulama içine girilmesi söz konusu olamaz.

Türkiye’ de bu alanda çalışacakların, üçüncü dalga döneminde iş ilişkisinin sosyal taraflarının ve ülkenin menfaatini gözeterek, uzun vadeli, olumlu, objektif kıstasların yer aldığı bir sistem ile globalleşmenin sonucu olarak istenen esnek iş ilişkileri sistemini yerleştirmeleri asıldır.

Buna aykırı bir uygulama  Atatürk Devriminin özüne ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık nedenlerine ve özellikle gücünü oluşturan siyasasına aykırı hareket etmek demektir. Türk ulusu bunu ne ister ve ne de kaldırabilir.

A         )GLOBALLEŞMENİN İŞ HUKUKU ÜZERİNDEKİ  ETKİLERİ

a) İŞ İLİŞKİSİ( HİZMET İLİŞKİSİ)

Globalleşme mimarları yeni bir çalışma ilişkisi istenmekte ve bunu önermektedir.

Bildiğimiz tanımı ile hizmet akdi,işçinin belirli veya belirsiz süre ile hizmet görmeyi ve işverenin de ücret ödemeyi taahhüt ettiği bir sözleşme olup, işçi  işverenin işyerinde onun emrinde ve onun talimatıyla işi yapmaktadır.

Bu tanım yeni yapılanma içinde yabancılaşacaktır. İşçiler bilgi çağında artık daha çok beyin gücü ile çalışacaklardır. Beyin gücü ile çalışanlar artacaktır. Vasıfsız işçilik yok olacak veya çok azalacaktır. Bu mavi yakalı işçilerin işsiz kalacağı sonucunu doğuran bir sonuçtur.

Yeni boyutlardaki işler ve çalışma ,işin ifasında da bir çok değişikliği beraberinde getirmektedir. Çalışma ilişkisi bir çok konuda kesin kurallar ile değil ve esnek olarak nitelediğimiz bir sistem içinde oluşan modellerle karşımıza çıkmaktadır. Bu modellerin bir çoğu Türk İş Hukuku mevzuatında  esasen bulunmaktadır. Ancak işçilerin istihdam güvencesi konusu hal edilmediği için yeni bir yapılanmada temel bir çerçeve için henüz sistem hazır değildir.

İş Hukukunda işverenin rahat ve dilediği gibi iş ilişkisini düzenleyemediği her konu katı iş şartları olarak kabul edilerek değişikliğe uğratılmak ve esnek tabiri ile yeni bir düzenleme arzu edilmektedir. Böylece işveren işletmesini globalleşmede yarıştırabilecektir.

Gerek işin ifası ve gerekse işin organizasyonunda klasik yöntemler , globalleşmede işletmelerin  rekabet kulvarında yarışabilmeleri amacıyla terk edilmek ve katı kuralların uluslararası platformda rekabeti zorlaştırdığı belirtilerek yeni oluşumların zorunlu olduğu ve hukuk sisteminde değişiklikler yapılması gerektiği belirtilmektedir.

Belirtmek isteriz ki elbette çağa ayak uydurularak gerekli değişiklikler gerek işçi ve gerek işveren ve gerek işletmeler ve en önemlisi ulusal çıkarlar açısından düşünülecek ve yapılacaktır.

Ancak bu yapılanma başkaları istediği veya başkaları yaptığı için değil ,insan hak ve özgürlükleri ,insanın insan haysiyet ve onuruna yaraşır bir düzeyde yaşamasını sağlamak uğruna ve insanın nesne değil özne olduğu bir ortamda yapılmak zorundadır. İşte bu bilinçle her türlü değişiklik yapılabilecektir. Aksi halde sistem kendini kendi kuralları ile çökertir.

Bu bağlamda ferdi hizmet ilişkisi açısından meseleye bakıldığında globalleşme mimarlarının sunduğu ve işverenlerin de sonuçlarını incelemeden ve konunun sosyolojik ve psikolojik boyutlarını görmeden, olumlu olacağını zan ettikleri ve savundukları bazı konular üzerinde duracağız.

İş ilişkilerini düzenleyen kuralların Esnek kurallar olması istenmektedir. Esnek hükümler olarak öngörülen uygulama geniş kapsamlı ve objektif gözle görülememektedir .

Esnek çalışma modeli olarak kabul edilenlerden  bir tanesini ele alıp açıklamak gerekirse, İşçiye işi evden yapma olasılığının getirilmesi halinde, işçi artık işverenin işyerine gitmesine gerek kalmadan da iedimini yerine getirebilecektir.   İşçi kendi evinde işi yapacak ve bilgisayar, internet ortamı içinde yaptığı işi işverene ulaştıracaktır. İşçinin işi evinde yapması, zamandan tasarruf olduğu gibi ,işverenin daha ucuz maliyetle işi gördürmesini de mümkün kılacaktır.

İşçi bakımından da trafik derdi olmayacağı, sosyal yaşamı için daha fazla zaman bulacağı ,gerekçeleri ileri sürülerek bu uygulamanın olumlu sonuçları anlatılmaya çalışılmaktadır.

Bir başka esnek çalışma işçinin çalışma sürelerini kısaltmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. İşçiye keza  sosyal yaşamında daha fazla serbesti vermek ve böylece yaşam tarzının değişeceği kendisini daha iyi yetiştireceği ayrıca işçinin kısa süreli çalıştırılması sonucu işsizliğe de bir çare olarak başka işçilerin istihdamına yer açılmış olacağı gerekçesiyle , işte esnek çalışmanın yararları  denmektedir.

Başka bir esnek çalışma türü olarak savunulan ise; işçinin istediği saatlerde çalışabileceği, başka deyişle işçinin canı günün hangi saatinde veya haftanın hangi günlerinde veya ayın hangi günlerinde ve ne kadar çalışmak istiyorsa o kadar çalışmasına imkan verileceği bir sistemdir.

Açıklamak gerekir ki, sanayileşme devriminin başlamadığı ve başlamasını takip eden ilk devirlerde, işçilerin çalışma saati açısından bir talepleri yokken , sanayileşme sürecinin başlaması ile ve Alvin Toflerin deyimi ile ikici dalga çağı başladığında işçiler günde en fazla on saat çalışmak için [38]savaş vermişlerdir. Günde en fazla çalışma dilimini sağlamak için uğraşmış işçiler değişen bu devirde üçüncü dalgada istedikleri zamanda çalışabileceklerdir.

İşsizlik çığ gibi büyümektedir. Bilgi çağı işsizliğin baş nedeni olarak etkilerini göstermektedir. İşsizler kervanına eğitim düzeyi yüksek olan ve kalifiye işçiler de katılmaktadır. Bu durumda işçilerin iş bulabilmek için  zorunlu olarak mevcut işleri kabul edecekleri bir ortamda istedikleri zamanda çalışabilme olanağından bahsetmek ne kadar inandırıcı olabilir. Saniyen , işçinin bulduğu iş bir kaç kişi tarafından yapılan nitelikte ve bu nedenle az zamanlı iş ise, yukarıda belirtilen bir çalışmadan söz edilebilir. Ancak bu tarz bir işin işçi tarafından iradesi ile kabul edilmiş olması zorunludur. İşsizlik ortamında aç kalmamak için sunulan her işin ifasına yönelik uygulamanın işçinin sosyal yaşamına katkı getireceğini iddia etmek gerçeklerle bağdaşmaz.

Üçüncü dünya döneminde  işçilerin tabii ki işin niteliğine göre ve her iş açısından uygulaması katiyen mümkün olamayacak olan işin  evden  yapılması konusuna sıcak bakabilirler. Buna çok sevinebilirler. İşçilerin yer değiştirmeden işlerini yapmaları onlara bir hak gibi gelebilir. Aile ortamında ve dini düşünceden kaynaklanan nedenlerle özellikle kadının ev ortamında işini yapması cazip gelebilir. Elektronik gelişmenin internetin, fax, vs. nin çalışma hayatındaki bu etkinliği bir çok işi kolaylaştırdığı anlamını taşıyabilir.

Bu tarz bir uygulamanın olumlu yanları savunulmaktadır. İşçilerin sosyal yaşamlarında daha fazla zamanlarının olacağı sosyal ilişkilerinin artacağı kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayıracakları paket program halinde sunulmaktadır.

Esnek çalışma kavramı olarak ekonomik gelişme sürecinde olan veya gelişmemiş ülkelerde her türlü platformda modellerin olumlu yanları toplumda benimsetilmeye  tartışılmaya ve yerleştirilmeye başlanmıştır.

Bazı işçi örgütleri dahi bu uygulamanın yararlarına inanarak işveren kesimleri ile birlikte birdenbire bu esnek çalışma şartlarının savunucusu haline gelmişlerdir.

İşçinin sabah erkenden işe gitmemesi , giyinmek ve sokağa çıkmak gibi bir probleminin olmayacağı, işini belirlenen sürede ifa etmekten başka bir yükümlülüğünün olmayacağı beyinlere yerleştirilmek istenmektedir.

Hizmet ilişkisinin yapısı veya yapılan işin hukuki niteliğinin ne olacağı konuları, olumlu ve olumsuzlukları birlikte getirmektedir.[39]

Açıklamak gerekir ki , insan toplum içinde yaşaması gerekli bir varlıktır. İnsan aklının bilinçlenmesi ancak toplum içinde mümkün olmaktadır. İnsanı toplumdan ayırıp tek başına yaşamaya mahkum etmek sosyal ilişkilerini ortadan kaldırmak ve sadece üretimdeki fonksiyonu ona hatırlatarak tüm hayatını bunun ekseninde kurmak acaba mutlu insanı ve  mutlu toplumu yaratabilir mi?

Bireyi işini ifa ederken yalnız bırakmak , sosyal bir ilişki içinde olmaksızın evinde, pijaması üzerinde olarak hizmeti ifa ettirmek kime ne yarar sağlamakta ve kime zarar vermektedir.

İnsan nesne değildir. Her şeyin öznesi insandır. Her yapılan insan içindir. Globalleşme ve onun getireceği kurumlar, insanın mutluluğu refahı için ihdas edilen bir sistem olmadığı sürece ilizyondur, ve anti ütopyadır.

Teknolojik gelişmeler, ekonomik gelişmeler, varlık, refah, doğa,insan içinidir. İnsan bu oluşum içinde nesne olarak düşünülemez. İnsanı oluşturulmak istenen düzen içinde nesne olarak gören her sistem çökmeye mahkumdur.

Şurası muhakkak ki globalleşme adına çalışma ilişkilerinde esnek çalışma modellerinin getirilmesi, işsizliğin önlenmesinde yararlı olacağı daha çok imkan sağlanacağı, iş alanları açılacağı , aynı işi bir kaç kişinin paylaşacağı olguları kimi mutlu etmektedir ve  kime ekonomik yarar sağlamaktadır

Bunun cevabını vermek gerekir.

Globalleşmeyi destekleyen ekonomileri güçlü olan ülkelerdir.Tüm amaçları ucuz pazar bulmaktır. Kendi halklarını kalkındırmak ve ekonomilerini  yükseltmek için pazara, ucuz işçiliğe, dolaştırdığı sermayesinin  istediği koşullar altında derhal nakde dönüşmesini ve tüm tehlikelerden arınmış hukuki sistemin kendisi için yaratılmasını ister.

Tüketen toplum yaratmak , besin kaynağıdır. Temel amacı, gümrüksüz ithalat, açık pazar,  ve özel girişimin iyi olduğunu [40]telkin ederek, özelleştirmenin gerekliliğini savunarak bu konuda reçeteler sunarlar.

Devletin ekonomiden elini çekmesi şirketlerin bankaların şeffaflaşması sistemin kurallarıdır. Bunu isteyenler kendi ülkeleri için tehlike doğduğunda gümrüksüz ithalatı uygulamayabilmektedirler. Ekonomik açıdan az gelişmiş ülkelerde de hangi kesim acaba globalleşmeyi desteklemektedir. [41]

Globalleşme sürecinin refah getireceğini savunanlar, ekonomik açıdan gelişmiş ülkeler, ekonomik açıdan gelişmemiş ülkeleri yönlendirmek ve siyasal alanda da etkileri altına almak isterler. Bunun için Dünya Bankası ve IMF . gibi kuruluşlar ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerin kurduğu organizasyonlar olarak ekonomik gelişme reçeteleri hazırlamaktadırlar.

Bunlar içinde iş ilişkilerine uygulanacak kurallar en baş yeri işgal etmektedir. Oysa gerçek  amaçları bu ülkeleri kontrol etmek ve içişlerine karışmaktır.[42] Bu amaç tamamen ileriye yönelik olarak güçlü olmak ve idareyi elinde tutmak  içindir. Yoksa ekonomik açıdan gelişmemiş veya az gelişmiş ülkeleri refaha kavuşturmak onları zengin etmek amacı yoktur. Üstelik ulus devlet bilinci olup ve fakat ekonomik açıdan gelişmemiş ve örf ve adeti, kültürü, ulusal kimliği olan, geçmiş tarihi zengin bir ulus globalleşme prosedürü içinde engel teşkil ettiğinden bu vasıflarının yok edilmesi de asıldır. Bu bilgiler ışığında Ferdi İş Hukuku açısından  şu andaki duruma bakıldığında:

İşveren Açısından durum değerlendirildiğinde:

Düşük maliyetler işverene cazip gelmektedir. İşi evinde yapan işçinin maliyetinin düşük olacağı işverenin bu yeni usulleri kabul etmesini kolaylaştırmaktadır. Ama gerek işçi için ve gerekse işveren için işyerinin genişlemesi birçok sorunları beraber getirmektedir. Ortaya çıkacak ve hukuken çözümlenmesi gereken konular şu anda ne yasa koyucuyu ve ne de hizmet akdinin yanlarına önemli görünmemektedir. Oysa işçi ile işveren arasındaki ilişkinin niteliği esneklikle değişikliğe uğramaktadır bu da aradaki akdin hukuki tanımını değiştirecek ve başka hukuki kalıpların uygulanmasını gerektirecektir.

Keza aynı iş için çalışma saatlerinin azaltılarak iş süresi içinde bir kaç işçinin istihdam edilmesi , iş imkanının arttırıldığı varsayımından hareketle bir çok taraftar bulmuştur.

İşverenin çalışma saatlerini dilediği gibi işyerinde ayarlayarak, aynı işi bir kaç kişiye yaptırmakla daha fazla üretim yapacağı, çok yararlı bir öneri olarak sunulmuştur. Bu dünya ekonomisinin içinde bulunduğu bunalımlı dönemde yararlımıdır? İşçi çalışmak istediği saatlerde değil kendisine sunulan şartları kabul etmek durumunda kalmaktadır. İşçi şayet tam gün çalışmak istiyorsa iş şartları tam gün çalışmasını mümkün kılmıyorsa başka bir iş mi aramak bulmak durumunda kalacaktır. İşin olmadığı gelişen teknolojinin insan gücüne olan ihtiyacı azalttığı yeni yapılanma çağında   ve artan  işsizlik ortamında bu yeni yapılanma kimi memnun etmektedir?

Bu yöntemi ,globalleşmeyi ve onun sonucu olarak esnek işin yaratıcıları, kendi koydukları kuralların iyi işleyeceği, ekonomiyi canlandıracağı herkesin işinin olabileceği işsizliğin önlenmesi için bu tür çalışmanın önemini her fırsatta vurgulamakla kime hizmet etmektedirler?

İşçi açısından durum değerlendirildiğinde:

İşçi daha az çalışacaktır. Çalıştığı işyerinde sırf kendisinin çalıştığı bir yeri artık yoktur.Masasını, bilgisayarını veya iş aletini, makinesini, aracını paylaşmaktadır. Kendisi sadece belirli saat dilimlerinde işi ifa eden ve işin sonucu görmeyen bir kişi olmaktadır.

Veya işçi işini evde görecektir, sabah traş olmak giyinmek gibi bir sıkıntısı acelesi olmayacak, trafik sıkışıklığına girmeyecek, elbisesi ayakkabısının muntazam olması yeni olması gibi dertleri olmayacak. Evde yaptığı işi  bilgisayar veya internet ortamında işverene ulaştırarak ücretini alacaktır.  İşçinin işi ifa ederken hangi saatlerde yaptığına ilişkin  bir denetim olmayacaktır. Bu tür çalışmanın mimarları böyle çalışmanın rahat olduğu zamandan tasarruf edildiği, işçinin işe yetişmek gibi bir sorununun olmayacağını belirterek sundukları düzenin ideal olduğunu savunmaktadırlar.

Soralım bakalım her iş evden ve bilgisayar ortamında mı yapılabilmektedir. Her iş koluna giren işlerin evden ifasının mümkün olamayacağını teker teker saymaya gerek yoktur?  Bu da bir tür aldatmacadır.

İnsan nesne midir ? İnsanın özgürlüğü bu tür sunulan çalışmada kısıtlanmakta mıdır? Yoksa bütün bunlara rağmen insan özgür olarak mı kabul edilmektedir. Esnek iş insan özgürlüğü ile bağdaşmakta mıdır? Yoksa özgürlüğü kısıtlayan bir olgumu dur? Bu soruların cevabı verilmeden esneklik tartışılamaz.

O halde çalışma şekillerinde katı kurallar nedeniyle gerek işçinin ve gerekse işverenin serbest iradeleri ile uygulayabilecekleri biçimlere müsaade edecek yasal değişiklikler yapılabilir. Ancak işçi için zorlama teşkil edecek hiç bir uygulamaya müsaade etmeyecek önlemler gereklidir. İşçinin  önerilen biçim ve sürelerde işi kabul etmemesi karşısında iş güvencesinin ve buna bağlı tazminat haklarının düzenlenmesi asıldır. Yeni yasal yapılanmanın ne olacağı belirlenmeden globalleşme adına esnek çalışmanın savunuculuğuna soyunmak Anayasaya aykırılık teşkil eder  ve toplumsal barışı bozar.

b) GLOBALLEŞMEDE SENDİKALAR[43]

Türk Sendikacılığının Üçüncü dalgaya hazır  olup olmadığı ayrı bir araştırma konusudur. Genelde emperyalizmin karşısında  olan sendikaların ideolojik amaçla globalleşme aleyhinde oldukları düşünülerek, ortaya koymaya çalıştıkları engelleri ve çalışanları bekleyen sonuçları açıklamalarına sıcak bakılmamaktadır. Oysa bilinçli veya bilinçsiz olarak genelde işçi ve işveren sendikaları globalleşmeyi tamamen yoksulluğu ve açlığın sonunu getirecek  ve gelir dağıtımında adaleti sağlayacak bir mucize gibi görmektedirler. Ortaya çıkacak işsizliği ,sendikaların işlevlerinin kalmayacağı veya işçilerin eğitilmelerine yönelik olacağı konusundaki söylemlere rağmen , yuvarlak ifadelerle, ortaya çıkacak fırsat ve avantajlardan herkesin eşit yararlanacağı inancı ile hükümetin refahın yaygınlaşmasında mücadele etmesi gerektiğini belirtmektedirler. Daha da ileri giderek globalleşmeyi işsizliğin giderilmesinde bir imkan olarak görerek tam istihdamın sağlanması için çalışmalar yapılmasını istemektedirler.[44]

Belirtmek gerekir ki, globalleşme olgusunun zorladığı esnek çalışma modelleri ve iş yapılanması sendikal örgütlere olan gereksinmeyi azaltmaktadır. Bunun sonucu olarak da sendikalar zayıflama sürecine girmiştir. Yeni istihdam modelleri sendikaların fonksiyonunu ortadan silecek niteliktedir. Zaten istenen de sendikacılığın ve toplu sözleşme düzeninin olmadığı ortamlardır. Esasen evinde çalışacak , çağrı üzerine işe gidecek , istediği zaman çalışacak kişilerin işçi nitelikleri üzerinde de durulmak gerekecektir. Bunlar işçi olarak tanımlansalar bile aynı yerde veya işyerinde çalışmayacakları için ne örgütlenmelerinden ve ne de bir sendikaya üye olabilme şanslarından bahsetmek mümkündür.

İşverenlerin de üretim faaliyetlerini çeşitli mahallerde kısım kısım yaptırma olanağına sahip olmaları, taşeron kullanmaları sendikaları zayıflatan faktörlerdir.

Sendikaların varlıklarını başka deyişle işçilerin temsilcileri olarak fonksiyonlarını globalleşme sürecinde devam ettirebilmeleri için mutlaka yeniden yapılanmaya gitmek durumundadırlar.  Ancak toplu pazarlık sisteminin şu andaki boyutları ve sistemi içinde uygulamasının olamayacağı gerçeği karşısında  süratle değişim içine girmeleri gerekmektedir. Yoksa sistem yok olmalarına neden olacaktır.

c) TOPLU PAZARLIK SİSTEMİ NE OLACAKTIR ?

Sendikalar geleneksel anlamda toplu pazarlık yapma olasılığından uzaklaşmak durumundadır. Globalleşme sistemi hızlı rekabet yarışında işletmelerin yarışabilmesi için istikrarlı ve esnek iş kurallarının olduğu ve tesadüflere bağlı olarak işletme plan ve programlarının yapılamayacağı bir döneme girilmiştir.

Uygulanmak istenen sistem de işçi ve işveren ilişkilerini TİS ile düzenlenmesi klasik yöntemlerle mümkün olamayacağı gerçeğinin kabulü gerekir.

Ancak istenen ve yolun başında görünen şudur ki, Toplu İş Sözleşmeleri işçilerin fedakarlık yapacakları  sözleşmeler olarak görülmek istenmektedir. İşçilerin haklarından ödün verecekleri ve işverenlerin de yeni hak ve imkanlarla esnek işçi çalıştırma sonucu rekabet yarışında rahat hareket edecekleri hayali ile yeni düzenlemeler öngörülmektedir.

Toplu İş Sözleşmesi ile işyeri ve işletme düzeyinde olmak üzere rekabet koşullarına uygun olacak bir yapılanmaya gidilecektir.

İşsizlik tehlikesi sendikaların rahat pazarlık yapma imkanını ortadan kaldıracaktır. Bu durumda TİS. nin içeriğinde bir çok değişiklik kendiliğinden sinyal vermeye başlayacaktır. Ancak istihdam güvencesine bağlı olarak ücretlerde azalma, iş saatlerinin kısılması, üretim maliyetinin düşürülmesine yönelik bir dizi  önlem alınarak işçinin sosyal haklarında kısıntı getirilecektir. İşverenler işçilerden vermelerini istedikleri bu ödünleri işletmenin varlığı için istemekte ve işletmenin devamlılığının onların işinin garantisi olduğu söylevi ile ikna etmeye çalışacaklardır. Hatta işverenler işçileri tehdit edecekler , ve iş ilişkilerini düzenleyen kurallarda istedikleri değişikliklerin yapılmaması halinde işyerinin kapatılacağı ve top yekun işsiz kalacakları açıkça belirtilecektir.Sendikalara üyelik korkulu rüya olacaktır. Özgürlükler kısıtlanacak Anayasal hakların kullanılması fiiliyatta mümkün olamıyacaktır.

Toplu sözleşme ,sözleşmenin tarafları arasında hizmet akdinin yapılması muhtevası ve sona ermesine ilişkin kuralları düzenlemek üzere yapılan bir anlaşmadır. Bu sözleşme İş Kanunu ve diğer mevzuat ile işçiye sağlanmış ve emredici nitelikteki kurallardan daha az ve eksik hükümleri içeremeyeceği gibi sözleşme yapmanın amacı yasal olarak sağlanmış hak ve imkanlardan daha fazla bir hak almayı mümkün kılmak içindir. Bu nedenle TİS.işçinin ödün vermek için masaya oturacağı bir sözleşme değildir. Anayasa hükümleri ve yasa hükümlerinin değişmesi ile müktesep hakların hukuki sonucu belirlenebilir. İşverenlerin bugün için rekabet koşullarını dayatarak ÖDÜN VERİLMESİNİ istemelerinin hukuki kalıpları Devlet- işveren – işçi  üçlüsünü konsensus oluşturmadaönemli olarak zorlayacaktır.

İşsizliğin yoğun olacağı ve işçi sendikalarının grev vakıasının menfaat sağlama yolunda kullanma olasılıklarının hiç olmayacağı bir yeni devir içinde .yasal düzenlemeler ile müktesep haklara tecavüz etmeden, sosyal hukuk Devleti olgusu unutulmadan ve demokrasinin temel taşı istikrardan vazgeçilmeden çarelerin bulunması zorunludur.

SONUÇ

İş ilişkisinden kaynaklanan bir çok hak ve bunun karşılığında menfaatler hukuk sistemimizde yasal olarak düzenlemiş, bunlardan doğan hukuki ihtilaflar yargı kararları ile bugüne kadar çözümlenmeye çalışılmıştır.

Uğruna mücadeleler verilmiş yasal haklar vardır. Bunlar müktesep haklardır.  Yeni oluşum içinde Türk Hukuk Sisteminin nasıl bir yapılanmaya girmesi gerektiği veya hangi konularda ulusal bütünlüğe kültürel kimliğe zarar vermeksizin değişiklik yapılabileceği konularının ,ortaya çıkacak sorunları da düşünerek, ve yeni sistemde yaratılmak istenen  ilişkilerin hukuki kalıpları adlandırarak sistemi oluşturmak gerekmektedir.

Çıkacak sorunların sosyal yanları mağdur etmeden toplum için ,bireyler için en radikal çözüm kurallarının peşinen belirlenmesi ve ondan sonra esnek  çalışma diye adlandırılan iş uygulamasının uygulanabileceği yerlerde ve işlerde olmak üzere hukuki yapılandırma gereklidir.

Bugün ekonomistler , işveren çevreleri, ve yabancı sermaye hayranları , ılımlı islam taraftarları, çalışma ilişkisindeki kuralların çok katı olması sebebiyle uluslararası rekabet kulvarında koşamadıklarını engellendiklerini yana yakıla kırık plak gibi söylemektedirler. Her şeyin hızlı bir şekilde yapılmasını istemektedirler. Gerçekten bu devir hız devridir. Hızlı servet yapmak için hızlı bir ekonomik süreç içine girilmiştir. Bu hıza erişmemiş ve ekonomik açıdan gelişmemiş ülkeler olumsuz kaderleri ile baş başa kalacaklardır.

Ancak hızlı değişiklik toplum için ulusal çıkarlar için olumlu olduğu sürece gereklidir. Ve değişiklik gerekli ise bu sürece girilmelidir.

Gerekli olmadığı ve esasen sistemi insan haklarına dayalı demokratik,rekabet pazarında engel teşkil etmeyen ve   insanı nesne olarak görmeyen bir uygulama içinde  olan ülkeler açısından meseleye bakıldığında, sunulan paket programlarının uygulama zorunluluğu olmamak gerekir. Ancak, paket programları uygulamazsanız olmaz diyenlerin hayallerine hizmet eden uluslar, ulusal değerlerini yitirmek tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.  Bireylerinin özgürlüğünü ,kültürünü, örf ve adetlerini, ulusal kimliğini yok etme yolunda faaliyette bulunulmamak gerekir.

Bireylerin , işçilerin ileriye dönük menfaatlerini ve zararlarını görmeden önlem almadan ,sömürülme siyasasının içine doğru yürümemek için geç kalınmamıştır.

Sömürülmemek için GÜÇLÜ OLMAK gerekir. Güç, sadece teknolojinin gelişmesinde değil ZEKİ TEKNOLOJİYE sahip olmakla ve sürekli geliştirilen akıma sahip olmakla mümkündür. Zaman HIZ ÇAĞIDIR. Zeki ve hızlı teknolojiye sahip olan ve evrimsel aynı zamanda toplumun tümünü gözeterek devrimsel olanlar, dost ve düşmanın birlikte yarıştığı  yarışta yarışabilme imkanına sahip olabileceklerdir. Bu vasıflara sahip olmayanların bu yarışa girmeye bile hakları yoktur. Bu yarışın adına globalleşme denmekteyse de yarışa katılamayanlar olduğu sürece globalleşme ilizyon olarak kalmaya mahkumdur ama herkese güzel görünmeyi becerebilen ilizyondur.. Esasen globalleşme sonu olmayan bir yarış olarak gittiği yere ve zamana kadar gidecektir. Sonunu yine kendi hazırlayarak…….

Burada önemle vurgulamak isteriz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk halkı ne geri ne  gelişmemiş ve ne de az gelişmiş bir ülkedir.

Türkiye tarihi ile arkeolojik değerleri ile ,efsaneleriyle, kültürü ile ,harsı ile örf ve adetleri ile sanatı ile son derece gelişmiştir. Ekonomik açıdan zorlanmakta olması gelişmemişlik ve gerilik olarak nitelenemez.

Hiç bir kültüre, geçmişe, tarihe, birikime örf ve adete sahip olmayıp da sadece ekonomik açıdan gelişmiş devletlere bu nedenle gelişmiş demek son derece yanlış olup , bunlar sadece ekonomik açıdan  ileri toplumlar olarak adlandırılabilirler. Yoksa gelişmişlik ve ilerilik sıralamasında ön sıraları işgal edemezler.

Her şey insan için olmadıkça her sistem çökmeye mahkumdur.

[1] Kavram olarak çeşitli açıklamaları yapılmıştır.Bu çevirinin isabetli olup olmadığı üzerinde  durulmuş, globe kelimesinin küre anlamında olduğu ve fakat, global kelimesinin ise topyekün anlamında bulunduğunu bu nedenle, küreselleşme kelimesinin topyekunlaşmayı anlatmadığı ileri sürülmüştür. Bkz. Cangızbay Kadir: Globalleşme mi Küreselleşme mi? Ulusal Eylül-Ekim-Kasım 1996, sayı 2., s.5 vd.: Koçdemir Kadir: Küreselleşme ve Türkiye, Türk İdare Dergisi, yıl 70 Mart 1998 sayı 418, s. 64 vd.

[2] Nusret Ekin: Küreselleşme ve Endüstri İlişkilerinde Yeni Boyutlar, Mercek ,Ocak 1996, s.12 vd.; Rüçhan Işık: Küreselleşme Endüstri İlişkileri Sosyal taraflar, Mercek, Nisan 1996, s. 106 vd.; Işıklı A: Küreselleşme ve Demokratikleşme ,Ulusal 1996/2, s 32 vd.; Bozkurt N: Globalleşme ve Devlet, İktisat Dergisi, Eylül 1998, s. 47 vd.; Sönmez S: Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, “ Küreselleşme Yeni Dünya Düzeni ve Dış Borç Sorunu Üzerine Bir Not” 1998, s.511 vd.; Aktan Coşkun C: 21. Yüzyıl İçin Global Hedefler,Mercek Ekim 1999, s.91 vd.; Karaca K: Yeni Düzenin Misyoneri, MAG NTV Magazin, Haziran 2000, sayı 10, s. 80 vd.

[3] Friedman Thomas L: Thi Lexus and the Olive Tree, New York, 2000, s.12.

[4] İbid., s.73.

[5] Karluk Rıdvan: Avrupa Birliği ve Türkiye ,”Dünya Ekonomisinde Küreselleşme “Ist. 1996, s. 1.

[6]Koçdemir K: a.g.m., s.59 vd. soğuk savaş ile ilgili açıklamaları için bkz.

[7] Tofler Alvin: Üçüncü Dalga,1981, s.270 vd.

[8] Kili Suna: Küreselleşme ve Kemalizm, BAŞKAN ( Mustafa Reşit Karahasan), Ist, 1999,s.317 vd.326 vd.: Globalleşmenin olumsuz yanlarının ve eleştirilerin sol kesimden geldiği görüşünde olarak Bkz. Koçdemir K: a.g.m., s.63 vd.

[9] Aynı görüşler için bkz, Kili S: ibid., s. 318 vd,

[10] Friedman Thomas L: The Lexus and the Olive Tree,New York,2000, s.464. vd

[11]:Friedman T L. :  ibid., s.166, 168 vd.171 vd.173 vd

[12] İbid., s. XII vd.

[13] İbid., s. 12. .vd ; Koçdemir K. a.g.m., s. 59 vd.

[14] İbid., s. 7 vd.

[15] Bu electronic herd olarak anlatılmaktadır. (Elektronik çoban )Başka deyişle elektroniğe bağlanmış sürüler dünya pazarında dolaşmaktadırlar. Ama yöneticileri tektir. Ağabey onların aslında ne yapması gerektiğini bildirmektedir.Onun oyunu içinde sürü gezinebilmektedir.

[16] Friedman T.L: a.g.e., s. 13 vd.

[17] İbid.., s. 10 vd.

[18] Larousse, ve  Webster  lügatları.

[19] Karşı ütopyalar, fertlerin ülkelerin doğanın gelişen teknoloji, değerlerin yitirilmesi ulusal devletin yok olmasının getireceği olumsuzlukları hayal edenlerin ileri sürdükleri tezlerdir.Özellikle küreselleşmenin getireceği toplumsal değer kaybı ve yıkılacak ulus devletlerin yerini uluslar üstü kurumlarla bölge esasına dayalı yönetim mekanizmasını hayal ederler. Bu nedenle de olumsuzlukları ve yıkılmışlığı sergiledikleri için karşı ütopyalar olarak anılırlar Campenalla Tommaso :Güneş Ülkesi, çeviri, Ist. 1995.

[20] Avrupanın aydınlanma dönemi reformist ve ütopistleri, olarak Franco Venturi, Utopia e Riforma nell  Illuminismo,Alman Filozof, Christian Woll Vermünftige Gedanken von Gott, der Welt und der Seele des Menchen( İnsan Aklının Güçlerine İlişkin Mantıklı Düşünceler, Tanrı’ya Dünyaya ve İnsan Tinine İlişkin Mantıklı Düşünceler) keza Carlantonio Pilatı, İtalyan Geri Kalmışlığına bir eleştirisi ile , toplumdaki eksikliklerin nasıl giderileceğine dair yöntemlerin sergilendiği aydınlanma dönemi yazılarıdır. ( Bkz. Ulrıch İm Hof, Avrupa’da Aydınlanma, Ist. 1995, s. 149 vd. da belirtilen yazarlar.

[21] Globalleşmenin utopya olup olmadığı konusunda söyleşi yaparak çeşitli görüşlerin ileri sürüldüğü konusunda bkz. Şaylan G: Ulusal 1996/2 s. 21.

[22] Şaylan G: İbid., s. 23 vd. globalleşmenin önündeki engel olarak ulusal devletin gösterildiği konularını açıklamıştır.; Bozkurt  N: a.g.m., s. 47,53 vd.;Turan K: Küreselleşen Çağımız ve Çalışma Hayatı, Kamu İş C. 3, Ocak 1994,s 3 vd.

[23] Friedman T: a.g.e., s.173 vd.Yazar elektronik çobanın denetlemekte olduğu ülke yetkililerini ne hale düşürdüğünü ve ne denli aşağı gördüğünü onların anlattıklarını naklederek ortaya koymuştur.

[24] İbid., s34 -.35.

[25] İbid.,.

[26] İbid., s.398 vd.

[27] Kili S: a.g.m.,s. 317 vd.

[28] Kili S: Atatürk  Devrimi , İş Bankası yayını, 1998, s. 44 vd.

[29] Kili S: a.g.m., s,318

[30] Kili S: Devri.m, s. 230 vd

[31] Bu konuda daha fazla açıklama için bkz. Kili S: Devrim s. 23l vd.240 vd.

[32] Chossudovsky M: Yoksulluğun K., süreselleşmesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü, çeviri,1999, s.24 vd,60 vd.

[33] Kili S: a.g.m., s. 325 vd.

[34] İbid., s. 326.

[35] Kili S. A.g.m., s. 328.

[36] İbid.s. 330.

[37] İbid.,

[38] Tofler A: a.g.e., s. 275 vd.

[39] Tofler A: a.g.e., s. 277 vd. da Yazar, merkezi ev olan bir toplumun gelişeceğini, bunun çalışanlara birtakım yararları olduğunu, iş değiştirdikçe ev değişmeyeceği için insanların çevreleri ile daha fazla ilişkiye girebileceklerini ahbaplıklar kurabileceklerini, politikaya girebileceklerini, ileri sürküştür. Çevre açısından  da işin tümünün veya bir bölümünün evde yapılmasında enerji tasarruf olacağını, çevre kirlenmesinin önleneceğini, ekonomi üzerinde de etkisinin olacağını, bazı iş kollarında ilerleme bazılarında gerileme olacağını, özellikle otomobil  sanayi petrol şirketleri, toplu taşımacılığın bundan zarar göreceğini, Posta servisi işinin azalacağını, çalışanların eğer işlerinin ifasında kendi aygıtlarını kullanma durumları olursa bunların işçi niteliğinden çıkarak girişimci niteliğine bürüneceklerini ve bu yolla yeni bir girişimcilik ve iş ilişkisi türü ortaya çıkar. Yazar, bu tür çalışmanın psikolojik etkisinde de bahsetmiş ve bu tür çalışmanın zihinsel çalışma ve yaratıcılık  ve kişilik üzerinde olumsuz  etkilerini belirtmiş ve  fakat, evinin bulunduğu yerde sosyal ilişkilerinin olacağını belirterek tereddütlerini çeşitli şekil ve yöntemler denenerek evde çalışmaya yönelik biçimler önermiştir. Tofler, eserinde ikinci dalgada, işsizlik , işin tekdüze olması, aşırı uzmanlaşma, işçilerin kötü muameleye maruz kaldıkları, düşük ücretler, gibi sorunların, sendikaların, işverenlerin devrimci  işçi partilerinin çabalarına rağmen çözümlenemediğini belirtmiştir. Bu sorunların belki yeni üretim sistemine geçilmekle ortadan kalkabileceğini, ve belki de uğruna ölünen, boğuşulan sorunların çağdışı olarak nitelenebileceğini ,savunmuştur. Tofler Üçüncü Dalgayı yazdığında20-30 yıl içinde ekonominin, işletmelerin, çevrenin ,aile yapısının ,değerlerin, politikanın tanınmayacak ölçüde değişeceğini belirtmiştir.

 

[40] Kili S:a.g.m., s. 322 vd.

.[41] İbid., s321.

[42] İbid.

[43] Başkan Recai: Değişen Endüstri İlişkileri ve Sendikalar, Mess Mercek Ocak, 1999, s.39 vd. ; Özbek Mustafa: Küreselleşme ve Esneklik, Mess Mercek, Temmuz 1999, s. 21 vd.

[44] Hak İş  ten SEZER’ e Türkiye 2000 raporu,  Hak-İş ,sayı 55 Tem. 2000, s.5 vd.

error: Tüm içerik Hakları saklıdır.